Ülkemizde de rakamlar çok benzer. Ruh sağlığı veya bağımlılıklarla ilgili sorun yaşayanların genel nüfusa oranı yüzde 16,78 3 ve yine en yaygın kaygı (yüzde 4,55) ve sonra- sında depresyon (yüzde 3,89). Peki ne oluyor da böyle oluyor? Öyle ya her gün daha fazla sayıda insan hayat şartları anlamında eğitim olarak, su ve elektrik olarak, teknoloji ve diğer imkanlar olarak, hak ve özgürlükler olarak, ömür uzunluğu ve sağlık olarak ciddi anlamda ve oldukça hızlı bir şekilde iyiye doğru giderken, neden ruh sağlığı ve bağımlılıklar anlamında iyiye gidemiyoruz? Burada insan ilişkilerimiz devreye giriyor. Birbirimize güvenmememiz ve emin olamamamız kaygı bozukluklarını, birbirimize hoyrat davranmamız ve hemen kırılmamız depresyonu, birbirimize destek olmamamız, birbirimize güç vermememiz bağımlılıkları körüklüyor.
265 syf.
·
Puan vermedi
·
34 saatte okudu
"Ateş düştüğü yeri yakar ve Bir serçe olsun, gagası ile bir damla su getirmez yangını söndürmeye..." 12 Eylül'de askerliğe başlayıp 28 Şubat'tan bir kaç gün önce askerliğe bırakan
İskender Pala
İskender Pala
'nın hayatını anlatıyor ve bu sayede bu dönemlerde insanların başına hemen hemen neler geldiğini anlıyoruz. Bir başörtüsünün ya da bir eski yazımı olan kitaba bile insanların nasıl kurulduklarını da anlatıyor. Yakın tarihi biraz daha iyi anlamak adına okuduğum bu kitap bana 12 Eylülden sonraki hayatı ve o günlerde ki insanların mevcut davranışlarını anlamam için iyi bir rehber oldu.
İki Darbe Arasında
İki Darbe Arasındaİskender Pala · Kapı Yayınları · 20184,838 okunma
Reklam
... +102
Sabahları, yüzüm hâlâ duvara çevriliyken, penceredeki ağır perdelerin tepesinden gün ışığının rengini daha görmeden, havanın o gün nasıl olduğunu hemen anlardım. Bana bu konuda sabahın ilk sesleri bilgi verirdi; hava rutubetliyse, sesler bana boğularak, çarpılarak ulaşırdı; ferah, buz gibi ve berrak sabahlardaysa, çınlayan boş havada sesler birer ok gibi titreşirdi; daha ilk tramvay geçerken, tekerlek seslerinden, soğuk bir yağmur mu yağdığını, yoksa sabahın masmavi bir gökyüzüne doğru mu yol aldığını anlardım. Bu seslerden de önce, daha süratli ve keskin bir dalga uykumun arasına sızıp kar habercisi bir hüzün yaymış olabilirdi uykuma; ya da bir görülüp bir kaybolan minik bir şahsiyete peş peşe o kadar çok sayıda güneşe övgü ilahisi söyletirdi ki, sonunda bu şarkılar beni daha uykumda gülümseterek, kapalı gözlerimi kamaşmaya hazırlayarak, sersemletici bir müzikle uyandırırlardı.
Özellikle XV. ve XVI. yüzyıllara ait siciller incelendiğinde, bu sicil kayıtlarında yer alan müslüman erkek ve kadınların pek çoğunun baba adının "Abdullah" olarak kaydedildiği dikkat çeker. Dolayısıyla hemen, "Bu devirde Abdullah ismi acaba çok mu kullanılıyordu?" sorusu aklımıza takılır. Ne var ki, baba ismi olarak çok sık geçen "Abdullah", kayda konu olan şahıslar bakımından çok nadir olarak kullanılmaktadır. Bu durum ister istemez başka soruları akla getiriyor. Yukarıda da ifade edildiği üzere, eskiden bir gelenek olarak mühtedilerin baba adı söylenmez ve baba adı yerine Abdullah denilirdi. Mesela, Petra bt. Dimitri adında bir kadın müslüman olarak Fatma adını alsa, artık ondan Fatma bt. Abdullah olarak söz edilmesi gelenek olmuştu. Bu bilgilerimiz bize ayrıca, baba adı Abdullah olanların mühtedi olup olmadıklarını düşünmeye zorluyor. "Abdullah"ın müslümanlar tarafından erkek ismi olarak kullanılması, ilk bakışta yukarıdaki sorunun isabetli olmadığı intibaını veriyorsa da yüzlerce hatta binlerce kişinin babalarının adlarının "Abdullah" olduğu bir toplumda bu insanların kendi isimlerinin de aynı yoğunlukta "Abdullah" olması gerekirdi. Bu duruma rastlanmaması, babalarının adı Abdullah olanlardan büyük bir bölümünün mühtedi olduklarını kabul etmemizi icab ettiriyor. Kanaatimizce bunlar büyük bir çoğunlukla kölelikten gelen, zamanla azad edilerek Bursa'ya yerleşen müslümanlardı.
Insan ancak genel yazgıya sadık kalarak döl tutar. İblisin ya da meleğin özüne yaklaşırsa, ya kısırlaşır ya da eciş bücüş evlatları olur. Raskolnikov için, İvan Karamazov ya da Stavrogin için aşk, kayıplarını hızlandırmanın bir bahanesidir sadece; Kirilov'la bu bahane bile ortadan kalkar. Artık insanlarla değil, Tanrı'yla boy ölçüşmektedir. Budala ile Alyoşa'ya gelince, birinin İsa'yı, diğerinin melekleri taklit ediyor olması, onları hemen güçsüzler arasına yerleştirir...
Sayfa 120Kitabı okudu
Önemli olan, televizyonda şiddetle ilgili görüntüler izleyen bir çocuğun hemen dışarı koşup bu şiddet sahnelerini taklit edip etmemesi değil. Önemli olan, medyayı izlemenin biyolojik ve nörolojik etkilerini anlamak; önemli olan televizyonun, çocuğu kendi kafasındaki görüntülerden uzaklaştırması. Eğer söz konusu nöroanatomistler haklıysa; televizyon, film ya da video oyunlarıyla büyüyen bir çocuğun, bağlamdan koparılmış bir şiddetin en geçerli onaylama ve teşvik yöntemi 'olmadığı' bir dünyayı düşünmesi çok zordur.
Sayfa 51
Reklam
1.000 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.