Herkesin, ötekini küçülterek kendisini ancak sevdiği, hükümsüz varlığını bu dünyaya bir bağış saydığı, böylece "en büyük" olduğu bu ezik coğrafyada, on yaşındaki Perçem, ilk insanın gözleriyle soruyor öğretmenine: 'Annem Balkan göçmeni, babam Kürt. Ulus; dil, tarih, gelenek ve coğrafya birliğiyse öğretmenim, ben kim oluyorum...' Bütün bildikleri ağzında pelte pelte, sesi kalbine zehir, bir tıkanmayı fısıldıyor Zehra öğretmen: 'Sen, geleceğin güzelliğisin Perçem; erken bir güzellik. Bu yüzden yalnızsın bugün; bu yüzden acı...'
Kimseyi üzmeyecek bir şeyler söyleyebilirdim. Ama neden bilmiyorum, bir huzursuzluk vardı üzerimde. Herkese bulaşsın istedim ve kulağına eğilip fısıldadım:
"O kadar yalnızsın ki midemi bulandırıyorsun!"
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ♡
Ne kadar yaşarsan
"Ben sadece kendi başıma geleni anımsıyorum. Kendi savaşımı. Etrafta bir sürü insan da olsa yalnızsın, çünkü insan ölüm karşısında hep yalnızdır. Feci bir yalnızlık hissi duyduğumu anımsıyorum."