"Benim görevim onunkine bağlı değil, bunu bil, o isterse görevini yapmasın, ama ben benimkini yapmak zorundayım." Morand'ın gidişi ve belki de daha çok bu üzüntünün sürmeyeceğini bilmek beni sonsuz üzdü. Şimdi, özellikle birkaç aydır kederin kaçınılmaz eşlikçisi olan dayanılmaz fiziksel acıların beni çirkinleştirmesine rağmen, acılarıma tutunuyorum ve onların devam etmeyeceği düşüncesi bana kötü geliyor. İnsanın kendisi için bir ölü olmasından, yerini Morand'dan pekâlâ da vazgeçebilecek, tanımadığı bir Proust'un almasından hoşlanması bencillik. Halihazırdaki Proust hiç de böyle değil. Morand'ı asla bu akşamki kadar sevmemiştim. Aramızda, bir yıllık dostluğumuzu felce uğratan aptalca iki yanlış anlama oldu. Ve şimdi de hiç açıklama yapmadan gidişi, o manasızca gidişi her şeyi aydınlatıyordu. Lütfen ona sevgilerimi söyleyin. Sizin tarafınızdan dile getirilirse daha çok hoşuna gidecektir. Ama on gün sonra gideceği düşüncesi ve yarın sadece dokuz, ertesi gün sekiz gün kaldı demek zorunda olmak, bana yüksek dozda veronal alarak yüzümü duvara dönüp ancak o Roma'ya vardıktan sonra uyanma arzusu veriyor. Bunların hiçbirini ona söylemedim ama yüreğim dolup taşıyor. Ama nazik şeyler söylemesini bilmiyorum. Zaten o da beni cesaretlendirmiyor. Görüşmek üzere Prenses, vücudunuzu düşünün, tanıdığım en canlı ve yorulmaması gereken vücudunuzu.