bağıra basılan değil ...
parmak uçlarıyla dokunan sevdalar bildiğim .
bir sabah uyanacağım,
kendimi kandirmalarım bana gelecek.
çayı koyayım ve pencereleri açayım .
fazla kalmayacak !
bir çay içimlik kalıp, pencereden atlayacak !
saçları pencereme asılı kalacak .
Ve ben .....
zihnimle oturup hasbihâl edeceğim. arkasından dedikodusunu
Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
"Kendinize sorun, Josef: Yaşamınızı tamamlayabildiniz mi?"
Bu soruların cevabını zaten biliyorsunuz! Hayır, ben seçmedim! Hayır, istediğim yaşamı yaşamadım! Benim için yazılmış yaşamı yaşadım. Ben-gerçek ben- bir mahkûm gibi bu yaşama kapatıldım!
"Bu soruların cevaplarını biliyorsun zaten! Hayır, ben seçmedim! Hayır, istediğim hayatı yaşamadım! Bana reva görülen hayatı yaşadım. Gerçek ben olarak yaşadığım hayata hapsoldum."
"İşte bu da Angst'ın ana kaynağı Josef. Göğsündeki baskı yaşanmamış hayatın yüzünden kalbinin sıkışmasından ileri geliyor. Kalbinin tik takları geçen zamanı gösteriyor. Zaman aç gözlüdür. Zaman çiğneyip yutar - ve geriye hiçbir şey vermez. Sana biçilen hayatı yaşadığını söylemen ne fena! Özgürlüğü, tüm tehlikelere rağmen, hiç aramadan ölümle karşı karşıya kalman ne fena!"
Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde ? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım diye hiç yaşamadım.
Hayır ağlıyor- muş gibi yapmadım, gerçekten ağladım
Hayatta ne çok “mış gibi” yapıyoruz değil mi? Seviyor-muş gibi, özlüyor-muş gibi, ilgileniyor-muş gibi hatta yaşıyor-muş gibi… Aslında neden kendimi kattım ki genellemeye? Asla “mış gibi” yaşamadım ben hayatımı. Belki de ondan şu anda nemli gözlerle yazıyorum bu yazıyı. Sevdiysem söyledim,
Efendim, bir yaprak nasıl dönerse rüzgârda
Öyle yaşadım
Yani bir altı ay ben kendimde değildim
Bir altı ay ben kendimi düşündüm dünyada
Yani bir altı ay yaşamadım.
Büyükada’daki bir kitapçıda tanıştık bu eserle. Sahafçıya verdiğim “Yormasın ama akıp giderken de zamanımı boşa harcıyorum hissine kaptırmasın.” yönlendirmesiyle bana uzattığı ‘Bir de Baktım Yoksun’u bitirdiğimde tam olarak bu tarife uyan bir kitap olduğunu gördüm.
Romanlara kıyasen daha az hacimli ve muhtevalı olmasından dolayı öyküleri okuması