Erdoğan Çınar sözleri ve alıntılarını, Erdoğan Çınar kitap alıntılarını, Erdoğan Çınar en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eşrefoğlu al haberi
Bahçe bizim Gül bizdedir
Şahı merdan kuluyuz
Yetmiş iki dil bizdedir
Erlik midir eri yormak
Irak yoldan haber sormak
Cennetteki ol dört ırmak
Kuruluşundan o güne kadar Osmanlı Devleti varlığını Alevi zümrelerinden gördüğü himayeye borçluydu. Osmanlı, Alevilerin geniş desteği ve rehberliği ile küçük bir beylik iken kısa sürede genişleyerek büyük bir devlete dönüşmüştü. Çelebi Mehmet, Alevi zümrelerini karşısına almaktan çekindi, politik bir manevra ile Şeyh Bedrettin’in katlini hazırlayan fetvayı Amasya’da bulunan Danişmend Ocağı’na bağlı Mevlane Haydar adında bir Alevi soylusuna onaylattı.
“bir ulu Danişmend kişi, kınalı sakalını ilhamı ilahiye eğip, ‘Malı haramdır amma bunun kanı helaldir’ deyip halletti işi”
Her ağacın kurdu kendi özünden olur. Şeyh Bedrettin 1420 yılında bir ihanet fetvası ile Serez çarşısında asılarak idam edildi.
Hele biz iş bu yola, gelmedik riya ile
Bu melametlik donunu bizimle giyen gelsin
Gözüyle gördüğünü, örte eteğiyle
Bu yol pek ince yoldur yüreği çarpan gelsin
İş bu sözü edenden bize nişan gerektir
Sözün özeti budur, canına kıyan gelsin
Yunus Emre
Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı’ndaki kadim izler şüphesiz çok daha fazla idi. Ancak Osmanlı Sultanı II. Mahmut, Alevi Bektaşi tekkelerini kapatarak 1834 yılında Hacı Bektaş Dergâhı’na bir Nakşibendî şeyhi atadı. Nakşibendî şeyhi ilk olarak dergâhın içine bir cami inşa etti ve dergâhın geçmişi ile ilgili izlerini yok etti. Hacı Bektaş-ı Velinin yattığı Pir Evi’nin kitabesi, bu dönemde yerinden sökülerek ortadan kaldırılmış olmalıdır. Pir Evi’nin girişindeki revakta, sağda ve solda altışar adet olmak üzere on iki Veli’nin mezarları vardır. Bu mezarların bir kısmının mezar taşları kayıptır. Pir Evi’nin merkezini oluşturan Kırklar Meydanı’nın Doğusu’nda “Horasan Pirleri” olarak anılan zatların mezarları vardır. Bu mezarların tamamı isimsizdir. Kırklar Meydanı’nın Batı tarafında yer alan “Çelebi”lerin mezarlarında da hiçbir kitabe bulunmamaktadır.
Eski Ahit ’te Musa’nın Yaradan’a verdiği isim YHVH sessiz harfleri ile kayda geçmişti. Teologlara göre bu harfler Musa’nın ilk defa karşılaştığı Yaradan’a kim olduğunu sorması üzerine Yaradan’ın verdiği “Ben, ben olanım” karşılığının İbrani dilindeki baş harfleridir. Bu sessiz harflerden meydana gelen bu akrostiş kelime “Yahova” olarak telaffuz edilir.
Anadolu’da Alevi ocaklarının tarihi Hitit-Luvi çağında ‘Kadın
Ana’ya (Ma) adanmış dergâh devletlerle başladı.
Bu dergâh devletlerde kutsal ayinlerin yapıldığı yere “Kadın
Ana’nın evi” denilirdi (Ma-beth)
Luvi dilinde,
Ma: Kadın ana,
Beth: Ev, demektir. Bu sözcük, -Mabeth- zaman içinde ‘Mabet’e
dönüşmüştür.
Eski Çağ’da ‘Ma-beth’lerde yaşayan ve tüm yaşamlarını ‘Mabeth’lere adamış ruhanilerin, ‘Mabeth’le olan aidiyet bağını vurgulayan bir isimle adlandırılmış olmaları yadsınamaz bir ihtimaldir.
Alevi ocaklarının köklerini Arap çöllerine taşımakta mahir olan yarım aydınların sırtlarını dayadıkları, ‘Ehli beyt’ sözcüğünün ‘ev ehli’ya da ‘ev halkından olan’ anlamına geldiği herkesçe bilinir. Ancak o çok tekrarlandığı için herkesçe doğru olarak kabul edilen çok yaygın ve çok yanlış bilginin aksine bu tanımlama içindeki ‘ev’ Hz.Ali’nin evi değildir.
Kapalı bir toplum olarak yaşayan Aleviler, kendilerinin ışık insanı olduklarını biliyorlar, ancak dışarıdaki insanlara Hz. Ali’ye ve Ehlibeyte bağlıyız diyorlardı. Böylece mümkün olabildiği kadar fundamental bağnazlıklardan korunuyorlardı.