Sen bu kafese getirilip konulmadın da kafes etrafına inşa edildi sanki. O kadar senin. O kadar senin değil. Çıkmak istiyorsun, her gün çıkmak istiyorsun buradan. Ama uğraşacak gücün yok. Sen mi buraya aitsin yoksa kafes mi? Parmaklıklar değil artık seni tutan. Teller de değil.
Sen bu kafese getirilip konulmadın da kafes etrafına inşa edildi sanki. O kadar senin. O kadar senin değil. Çıkmak istiyorsun, her gün çıkmak istiyorsun buradan. Ama uğraşacak gücün yok. Sen mi buraya aitsin yoksa kafes mi? Parmaklıklar değil artık seni tutan. Teller de değil. Camın arkasından sana bakan yüzlerden nefret ediyorsun. Her gün korkarak içeri yemek iteleyen adamdan da. Karnını doyurmak için ona muhtaçsın. Bir pençede yakalayıp kafatasına dilini geçirebileceğin o insana mecbursun hayatta kalmak için. İçinden çığlıklar atıyorsun, dışından çığlıklar atıyorsun. Kafes gitmedi.
Ah ninem,
Korkuyu içimde taşırken, bu korku hiç yokmuşçasına ama hayatımı bu yüzden kısıtlayarak yaşamak, her adımda tedirginlik, her adımda bilinmeyene daha da yaklaşmak. İçimdeki ürpermeye rağmen, derin bir nefes almaya hasret, hayata ters yönde koşup duruyorum. Soğuktan, insanlardan, bakışlardan kaçarak kendim olamayan bir beni peşimden sürüklüyorum. Neden içime yuvalanan böcekleri kovalayamıyorum, neden bu sessiz, siyah çığlıklar ciğerimi delip çıkamıyor, neden hala buradayım?
Hep ormanı arıyorsun. Kafesin her köşesinde, arada gidip çıktığın havuzunda, seni izleyenlerin gözlerinde, bir umudun peşindesin. Tuhaflığın, isteksizliğin, aldırmayışın hep ondan. Ya sen ormanı bulacaksın ya da orman seni bulacak.
İçimde her şeyi bilen ama susan, binlerce yıldır yaşayan biri var, dedi bana. Rüyalarımda koca bir dünya haritasının önündeyim. İstediğim yere dokunup orada ne olup ne bittiğini görebiliyorum zihnimde. Alaska’da bir kasabanın otobüs tarifesini okuyabiliyorum mesela; bir otobüs gecikiyorsa bundan haberim oluyor. Afrika’daki bir evde pişen yemeğin tarifini de biliyorum. Eğer chambo balığına gereğinden fazla manyok yaprağı konulmuşsa bunun yarattığı farkı dilimde hissedebiliyorum. Veya Güney Kore’de tır şoförleri greve gidiyorsa hangi sevkiyatlarda aksama olacağını biliyorum. Ama bilmek yetmiyor, diye ilave etti. Görmek, bilmek, duymak başka. Bir de müdahale edebilmek var. Benimki hayvan bilgisi.
İçimdeki ürpermeye rağmen, derin bir nefes almaya hasret, hayata ters yönde koşup duruyorum. Soğuktan, insanlardan, bakışlardan kaçarak kendim olamayan bir beni peşimden sürüklüyorum...
İçinde olamadığı, tek başına izlediği gerçeküstü bir sahne. Hiçbir şeyin içinde değildi zaten. Her şeyi izliyor ama hiçbir şeye müdahale edemiyordu. Yalnızlıktan nefesi kesiliyordu bazen. Bunları anlatınca boş boş bakmışlardı yüzüne.
- Bu akşam içek, unutursun.