Kant'ın keşfettiği büyük problem, belirleme biçimiyle, veya aktiflik ya da kendiliğindenlik biçimiyle alıcılık, pasiflik biçimi, veya belirlenebilir olanın, zamanın biçimi ara sındaki ilişkidir.
Kant'tan itibaren, felsefe, düşünülemez olanı düşünmek görevini üstlenecektir —düşüncenin dışında olanı düşünme işini bir kenara bırakacaktır. Gerçek sınır düşünceyi içeriden kateder ve işler.
Descartes'a diyorlar ki, bütün bunlar pek güzel, ama bizde düşünenin beden olmadığını ne kanıtlayacak bize? Bunu ona soran çağın materyalistlerinden biri... Ve Descartes cevap verir —herhangi bir karşı çıkış yöneltindiğinde ona, hep küstahlaşırdı — çok küstah ve kabaydı— der ki: Hiçbir şey anlamamışsınız, bizde düşünenin beden olmadığını asla iddia etmedim; tam olarak şunu söyler Descartes: İddia ettiğim, düşünceme dair bildiklerim henüz bilinmeyen şeylere bağlı olamazlar. Başka bir şekilde söylersek, söz konusu olan bizde düşünenin beden olup olmadığını bilmek değil, Kartezyen düşünmenin perspektifinde, düşünceme dair bildiğimin henüz bilinmeyen şeylere bağlı olamayacağıdır söz konusu olan —yani bedene çünkü kuşku bedenden de olabilir. Öyleyse, mantığın bakış açısından —ama yepyeni bir mantıktır bu, çünkü cinsler ve farklarla işlemez, bir gerektirmeler, imalar mantığıdır —çünkü Descartes, kavramlar arasındaki açık ilişkilere dayanan bir mantık olan klasik mantığa karşıt olarak ... Yeni bir mantık tipi ortaya atıyor -bir gizli, imalı ilişkiler mantığı, bir imalar mantığı... O zaman, bir belirleme tarafından belirliyor -düşünenin varoluşunu belirliyor ve düşünenin varoluşu düşünen şeyin varoluşu olarak belirleniyordu. Demek ki Descartes belirlemeden belirlenmemişe ve belirlenmişe doğru gidiyordu: Ben düşünen bir şeyim. Mantığında hep imaları ekliyordu art arda: Kuşku duyuyorum, düşünüyo rum, varım, ben düşünen bir şeyim.Öyleyse tözün özne olduğu araziyi keşfetmişti.
Ve sonra Kant ortaya çıktı.
Düşünüyorum, öyleyse bu, aracılığıyla kesinliğimi belirlediğim bir edim. Bu bir belirlemedir. Aktif bir belirlemedir. Yalnızca düşüncemden kuşku duyamamakla kalmam, onsuz düşünemem bile —yani, kuşku duymaktan düşünmeye tek bir örtük bağ düşünmekten de varlığa doğru gider. Nasıl kuşku duymak düşünmekse, düşünmek için de olmak, varolmak gerekir. Kartezyen formüllerin nasıl gittiklerini görüyorsunuz: Kuşku duyuyorum, düşünüyorum, varım. Düşünüyorum belirlemedir; varım belirlenmemiş varoluştur —varım ama neyim peki? Ah işte, belirleme belirlenmemiş varoluşu belirleyecektir.
Descartes'ın problemi bambaşka bir şeydi; kesinliğin temeliydi —yani her türlü mümkün kuşkunun elinden sıyrılabilecek bir kesinlikti. Eğer şunu dersem —olsun ya da olmasın benim için fark etmez... kendime bunun kendi temelini kapsayan bir kesinlik olup olmadığını sorarım. Hayır. Masanın varolduğundan eminim, bu biliniyor zaten, ama bu kesinlik kendi temelini içinde taşımıyor. Peki acaba kendi temellerini içlerinde taşıyan kesinlikler de var mı? Burada bir derece daha yükseliyorum demektir: Deniyor ki iki kere iki dört; bu kesin. Dostoyevski'nin kahramanları derler ki: İki kere ikinin dört etmemesi istenemez mi peki? Ve iki kere ikinin dört ettiğinden eminim dediğinde, acaba burada da kendi temelini içinde taşıyan bir kesinlik mi var? Neden iki kere iki dört etsin ki? İşte o zaman iki kere ikinin dört ettiğini kanıtlamaya girişilebilir —bu karışık bir iş. Buna karşın Descartes kendi temelini içinde taşıyan bir kesinliği bize kuşku duyma işleminin vereceğini düşünüyordu. Yani kuşku duyamayacağım tek bir şey vardı, masanın varlığından kuşku duyabilirdim, bir önermenin doğruluğundan kuşku duya bilirdim, ama tek bir şeyden kuşku duyamam, o da kuşku duyduğum ölçüde düşündüğümdü. Başka terimlerle söylersek, kuşku duyma işlemi, kuşku duymak düşünmek demek olduğu ölçüde, bana kendi temelini içinde taşıyan bir kesinlik sağlayacaktır: Düşünüyorum! Bu çok tuhaf, eğlenceli bir formül.
Eğer doğa somut kurallara boyun eğmeseydi, fikirler arasında asla bağlantı kurulamazdı. Başka bir şekilde söylersek, eğer bende bir fikirler çağrışımı, fikirler arasında bağlantılar varsa bu şeylerin —fikirlerin değil— şeylerin bizzat bize bağlanan kurallar gibi olan benzeri ilkelere bayun eğdiklerini ima eder. Yani, Pierre Vincennes'e gelmeseydi, ya da Vincennes'e gelmemiş olsaydı, Vincennes fikriyle Pierre fikrini bağdaştırma fırsatını aslâ bulamazdım.
Belirleme, belirlenmemiş varoluş, belirleme tarafından belirlenen varoluş —ve Descartes burada düşünmenin sürekli olduğunu farz ediyordu. Belirleme "düşünüyorum"du, belirlenmemiş varoluş "vanm"dı, belirleme belirlenmemişi belirliyor- du: Ben düşünen bir şeyim. Kant ise diyor ki: Düşünüyorum = belirleme, varım = düşüncenin ima ettiği belirlenmemiş varo uş; belirlemenin olabilmesi için kuşkusuz belirlenecek bir şe yin bulunması gerekir. Ama işte, yine de hangi biçim altında olacağının bize söylenmesi gerekiyor -belirlenmemiş, belirlenecek olan, belirlenmesi gereken; yine de belirlenmemiş varoluşun belirleme tarafından belirlenebilir olmasının hangi biçim altında olacağının bize söylenmesi gerekiyor. Descartes tek bir şeyi unutmuştu: Belirlenebilirin biçimini tanımlamayı. Öyleyse ortada üç terim yoktu -belirleme, belirlenmemiş ve belirlenmiş; dört terim vardı: Belirleme, belirlenmemiş, belirlenebilir biçim ve belirlenmiş...
Eğer bunu anladıysanız her şeyi anlamışsınız demektir,
Diyor ki —düşünüyorum, demek ki varım, bu çok güzel; ama bundan "ben düşünen bir şeyim"i türetemezsiniz. Kant, Descartes'm kendisinden esirgenemeyecek bir tür süreklilik gördüğünü sandığı yerde bir yarık görmüştür.
Aristo bize diyor ki, madde var, sonra da onu içten biçimlendiren biçim var, form var. Madde, diyelim ki bakır; borazan ise bu biçim altında dökülmüş olan bakırdır. Bundan daha klasik bir şey olamaz ve Rimbaud kendini bir maddeye benzetip şöyle diyor: Düşünce biçimlendiriyor beni. Öteki örnekteyse odun keman oluyor, ona birileri keman biçimi veriyor ve yeni kapasiteler kazanıyor.
Rimbaud buradan bağlamı hiç kuşkusuz mahveden, parçalayan "ben başkasıdır" formülünü türetiyor. Derdi şiiri bulmak, buna uygun düşen şiir eylemini yapmaktı. "Ben başkasıdır" formülüne uyan felsefi emeği yapacak olan ise Kant'tır.
Düşüncenin biçimi ilk olarak "düşünüyorum"un eylemidir, eylem veya belirlenim olarak "düşünüyorum"dur. "Düşünüyorum" demek bir şeyi belirlemek demektir.
Ama zamanı düşünmek gerçekten en zor iştir - bu eleştirel felsefe olarak felsefedeki bir dönemdir, Kant tarafından eleştiri felsefesi biçiminde tanımlanmış modern felsefedir.
Zaman daha şimdiden ebediyetle eştir, ne başı ne sonu vardır ve çemberin dışındaki nokta zamanın içinde değildir, bir yukarıdadır, hiçbir zaman başlanmaz. Bu çok paradoksal bir şey.