Herşeyden önce uzun tarihimizden birşey öğrendik; o da, büyük düşünürlerden hiçbirinin Tanrının varlığını ciddi olarak sorun etmediği. Bir sürü tanrıtanımaz filozof bulunduğu düşünülünce bu tuhaf görünür. Ama soruna daha yakından bakılırsa, görülür ki, büyük felsefî çekişme, bir mutlağın, bir sonsuzun varlığı konusunda değil. Platon, Aristoteles, Plotinos, Thomas, Descartes, Spinoza, Leibniz, Kant, Hegel, Whitehead, böyle bir şeyin olduğunu kararlılıkla ileti sürerler - hatta daha küçük kafalarla karşılaştırmaya izin verilirse, bugünkü diyalektik maddeciler, komünizmin resmi filozofları. Çünkü bunlar Hristiyan Tanrısının varlığını yadsırken, aynı zamanda dünyanın sonsuz, öncesiz-sonrasız, sınırsız mutlak olduğunu ileri sürmeye kalkıyorlar. Dahası, tutumları herkesin kolayca saptayabileceği gibi bal gibi tinsel. Dolayısıyla sorun Tanrının olup olmadığı sorunu değil, onun bir kişi, bir tin olup olmadığı. Bu tuhaf görünür, ama öyledir. Şurada burda, mutlağı sahiden yadsıyan kimileri olabilir; ama herhalde sayıları pek azdır ve büyük bir önemi yoktur bunların. Tartışmalı sorun, yineliyorum, Tanrının varolup olmadığı değil, Onu nasıl düşünmemiz gerektiğidir.