Kitap yine zamanında iç güdülerimle sahaftan aldığım kitaplardan biri. Jose Marti abim Küba'nın bağımsızlık ozanı olarak geçiyormuş. (Küba'nın İspanya'dan bağımsızlık zamanları daha, liberal arkadaşlar müsterih olsunlar.) Ancak elinizde tuttuğunuz bu kitap sayesinde alınmış bir ünvan değil bu. Abim siyaset bilimci bir profesör olarak birçok bilimsel yazı yayınlıyor, ayrıca faal olarak bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunuyor. Farkındalık yaratıyor, toplulukları bir araya getiriyor, siyasi partinin içtüzüğünü hazırlıyor ve sonunda da ülkesi için savaşırken ölüyor.
Aynı zamanda bir şair. Abim pek de uzun olmayan ömrüne ne kadar ünvan sığdırmış... Şair olduğunu bu kitabı okurken fark etmemek mümkün değil. Kitabın ana karakteri de şair bir çocuk, mükemmel denebilecek, herkesin hayran olduğu biri.
Kitap genel olarak dört burjuva gencin arkadaşlığını anlatıyor. Bazı tasvirleri çok beğendim, özellikle grubun eşeklerle yakındaki köye tatil amaçlı gittiği sahneler zihnimde capcanlıydı. Fakat ya kitap kötü yazılmış ya da kötü çevrilmiş olmalı ki anlatım bozuklukları akışı sıklıkla bozuyordu. Teknik zayıftı genel olarak. Aşk teması da kitabın içinde yavaş yavaş etkisini gösteren bir zehir gibiydi.
Abimin bu kitabını değil de diğer yazdıklarını okumak lazım. Bu kitapta politik metin yoktu. Bir siyaset bilimci olarak her yerde politik alt metin arıyorum arkadaşlar, bana güvenebilirsiniz. Yoktu. Tavsiye edemiyorum ama asla okumayın da diyemem.
Bana baktığında beni seviyormuş gibi gelmiyor. Nasıl açıklayacağımı bilmiyorum ama sanki bende benim aslında olmadığım bir şeyi seviyormuş gibi. Bana öyle geliyor ki, bir erkek ne zaman bizi sevse sanki gözlerinin içindeymişiz gibi kendimizi gözlerinde görmemiz gerek ve Pedro Real'i iki kere yakından görmeme rağmen gözlerinde kendimi bulamadım.
Sen varsın. Kalbim korkup zayıflamasın diye ihtiyacım olan taze gücü sende buluyorum, bu senden geliyor bana. İnsanlarla her karşılaştığımda bir uçurum görmüşüm gibi geri adım atıyorum; ama seni her gördüğümde yapamayacağım hiçbir şey olmadığını ve hiçbir şeyin zor görünmediğini düşündürten bir mücadele etme enerjisiyle affetme gücü geliyor içimden.
Erkeklerin düşüncelerinin kafalarından nasıl geçip kalplerine gittiğini kadınların görmesine imkan verecek bir mercek olsaydı erkekleri daha az severlerdi.
"Varsın herkes
Senin burada olmadığını söylesin,
Desinler ki
Sen uzak bir ülkedesin;
Ah, nasıl da aptallar,
Haksızlar nasıl da!
Ruhun benimledir
Sen benimlesin;
Onlar içinse
Sadece bir gölgesin;
Onlar, bir gölgeye sahipler.
Uçup geliyor uzaktan
Çevik kanatlarında rüzgârın
Yakıcı parıltısıyla
Senin her bakışın.
Onunla ısınıyorum
Ve sevinçle donanarak
Topluyorum hasadını
Aydınlık bakışlarının.
Sen onları gecenin sessizliğinde
Yıldızlar gibi saçıyorsun,
Her yerde dalgalanıyorsun
Ey ruhumun oğlu!"
Sayfa 37 - Kavram Yayınları, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Birinci Basım - Eylül 1995 "Ruhumun Oğlu"Kitabı okuyor
"Ey ruhumun oğlu!
Her yerde dalgalanıyorsun,
Gece fırtınalarının dalgalarını
Şafakla yatıştırıyorsun.
Fakat acı günlerin köpüğü
Bulanık ve ağır
Fırlatıyor seni yeniden
Gecelerimin diplerine...
O acı ki uyumaz, huzur bulmaz, göğsünden çıkmak istemez; yılanların bastırdığı hayalleri olan, kalıcı sanat eserlerinin ihtiyaç duyduğu uyumlu oran ve dengeden mahrum bırakan, mücadele ve zulüm havası veren müziğini her şeye aksettiren...
Neden kadın erkekten daha güzel doğduğu için düşüncesi bastırılmak ve hazinesini mağarada saklayan bir hırsız gibi namuslu geçinen bir dikkat maskesi altında, etkilendiği şeyleri saklayarak yaşamaya mahkum edilmek zorunda?
Doğanın güzel ve sanatın mükemmel olduğu yerler. İnsanoğlunun yeryüzündeki hiçbir köyde başaramadığını başardığı, taşlara rüyalarını oyduğu Granada'ya; ruhun, sonuna varmış gibi mutlu hissettiği Napoli'ye. Sen istemez misin Lucía?