İnsanın zaman zaman yaraları ile tuhaf bir ilişkisi oluyor: Bitsin istiyoruz, kabuk bağlıyor mesela fakat kaşımaya devam ediyoruz. Bilerek. Ne tuhaf. Afşar Timuçin, "İyileşen yaraya ikide bir dokunmanın ne anlamı var?" diye bu yüzden sitem eder. Bu eziyeti ne kendimize ne bir başkasına yapmalı sevgili okur. Yaralar yaşandığıyla kalmalı.
Serseri dediğimiz kişi bir özgürlük tutkunudur. Kalıplara sığmayan, kurallara körü körüne uymayı düşünmeyen, özellikle yararda sınırlanmayan kişidir o. Gene de onun yaşadığı şey başıboşluk değildir. Serserilik başıboşluk değildir çünkü. Serseriyi iyi tanımıyoruz. Serseri başıboşluğa değil özgürlüğe adanmıştır. Onu kitaplıklardan sergilere, tren istasyonlarından rıhtımlara, sokaklardan sinemalara kadar her yerde bir şeylere alıcı gözle bakarken bulabilirsiniz. Ona ne aradığını sorun, hiçbir şey aramadığını söyleyecektir. Aşk serüvenlerinin başında da dünya meraklısı olan o serseri vardır. Herkesin bir yarar adına binbir hile düşündüğü ve koşturup durduğu yerde, serseri dediğimiz adam, aşkın birinci ustası kimliğiyle yarar getirmez cinsten olmadık işlerin peşinde dolanır. Dünyayla dalga geçiyor gibidir. Oysa ondan başka hiç kimse dünyayı o kadar alıcı gözle incelememiştir.