Auschwitz-Birkenauda gizli bir okulu ve yasak kütüphaneyi açık tutabilmek için kendi hayatlarını ortaya koyan insanlarla aynı hayali paylaşmayanlar olacaktır. Daha acil başka ihtiyaçların olduğu bir ölüm kampında bunun gereksiz bir cesaret eylemi olduğunu düşünenler çıkacaktır, zira kitaplar hastalıkları iyileştirmez, cellat ordusuna karşı silah olarak kullanılamaz, mideyi dolduramaz, susuzluğu gidermez. Doğru; kültür, bir insanın hayatta kalması için gerekli değildir, yalnızca ekmek ve su gereklidir. Yiyecek ekmeği, içecek suyu olduğu sürece bir insan hayatta kalır ancak yalnızca bu biçimde olursa bütün insanlık ölür. Bir insan güzellik karşısında duygulanmazsa, gözlerini kapatıp hayal gücünün çarklarını döndürmezse, soru sormazsa, cehaletinin sınırlarını kavrayamazsa bir kadın yada erkek olabilir ancak insan değildir; onu somondan, zebradan yada misk öküzünden ayırt eden bir şey yoktur.
İnternette Auschwitz’le ilgili tonlarca bilgi var fakat belgelerde sadece mekandan söz ediliyor. Bir mekanın seninle konuşmasını istiyorsan oraya gitmen ve sana diyeceklerini işitene kadar yeterince vakit geçirmen gerekir.” Diyor yazarımız ve oraya giderken sanki sizi de götürdüğü hissini fazlasıyla yaşatıyor yazdıklarında. Kitabın beni en çok etkileyen yanı da Ditanın hala hayatta oluşu ve onunla görüşüp kitabın tamamlanmasıydı. Toplama kamplarıyla alakalı okuduğum en güzel kitaplardandı kendisi, hiç düşünmeden kütüphaneye eklenmesi gereken kitaplardandır naçizane tavsiye :)