Antonio Munoz Molina 1956 yılında Uveda'da doğdu. Madrid'de gazetecilik eğitimi gördükten sonra Granada Üniversitesi'nden sanat tarihi diploması aldı. 1974 yılından bu yana Granada'da yaşamaktadır. İspanyol yeni roman akımının örneklerini vermiş olan Molina çeşitli edebiyat ödülleri sahibi olup, 1996 yılında kabul edildiği İspanyol Edebiyat Akademisi'nin en genç üyesidir. Yazarın Lizbon'da Bir Kış, Ne Mutlu!, Savaşma Arzusu adlı romanları Türkçeye çevrilmiştir.
Gelmeyeceğini bile bile beklemek..
Yanında olamayacağını bile bile sarılmak..
Kahvaltı masalarında yalnız olacağını bile bile onada bir servis açmak…
Böyle beklenmek için bile tüm kalbimle severim.
Bir aşk ve psikolojik gerilim romanı okuyacağımı zannediyordum; beklediğimden çok daha derinlikli ve muhteşem bir romanla karşılaştım. Uzun yıllar New York’ta bir plazada çalıştıktan sonra emekli olan baş karakterin, zihin ve bilinç ile ilgili araştırmalar yapan bir bilim insanı olan eşiyle beraber Lizbon’a taşınma kararı alması üzerine, burada
Molina’dan daha önce Merdivendeki Ayak Seslerin’i okumuş ve çok beğenmiştim. Yazar, psikolojik atmosfer yaratmakta o kadar başarılı ki tek bir karakterin neredeyse sadece zihninden geçenler ve ruh haliyle okurun elinden bırakamadan ve çok etkilenerek okuduğu bir kurgu çıkarmıştı ortaya. Uzayıp Giden Bir Gölge Gibi’de de güçlü bir ruhsal portre
‘Belleğin amacı geçmiş değil, gelecektir, diyor Cecilia. Güvenilir beklentiler, hayatta kalmaya dair elverişli dersler belirlemek dışında bir yararı yoktur geçmişin.’
.
Bruno’nun şu cümlesiyle açılıyor kitap: ‘Bu kente dünyanın sonunu beklemek için yerleştim. Çünkü bu şartlar artık imkân yok, düzelmez.’
New York’tan Lizbon’a taşınıyor Bruno ve eşi Cecilia. Ama Cecilia’nın işleri biraz daha süreceği için eşyaları yerleştirme-evi düzenleme (hatta New York’taki evleriyle bire bir aynı olma) işi ise Bruno’ya kalıyor.
Tek tek ilgileniyor her şeyle, yapamadığı-elinden gelmeyen şeyler için de yardım alıyor.
O büyük bir sabırsızlıkla Cecilia’nın gelmesini beklerken dünya daha da kötü bir yer olmaya devam ediyor. Sibirya’da sıcaklıklar 40 dereceye kadar çıkıyor, yüzbinlerce hektarlık alanlar yanmaya başlıyor. Dünyanın en zenginleri sığınaklar araştırıyor.
Bruno da camdan bakıyor, Cecilia birazdan bir taksiden inip merdivenlerden çıkmaya başlayacak, sevdiği incirli mum yanmaya devam edecek.
.
Antonio Muñoz Molina, beklemeyi yazıyor sanki. Birini beklemeyi, umudu beklemeyi, dünyanın sonunu beklemeyi. Ama bildiğimiz bekleyişler gibi bu bekleyiş zamanla ölçülmüyor. Çünkü günler, aylar birbirine karışıyor. Zaman kavramı silikleşiyor. ‘Cecilia nerede? Oldukları yerde güvendeler mi? Nasıl bir kaza gerçekleşecek birazdan?’ soruları geliyor insanın aklına. Molina olağan bir güzellikmişçesine gerilimi yakalıyor, sayfaları merakla çevirirken buluyorsunuz kendinizi. Velhasıl çok sevdiğim bir kitap oluyor ‘Merdivendeki Ayak Seslerin’
.
Murat Tanakol çevirisiyle ~