‘Belleğin amacı geçmiş değil, gelecektir, diyor Cecilia. Güvenilir beklentiler, hayatta kalmaya dair elverişli dersler belirlemek dışında bir yararı yoktur geçmişin.’
.
Bruno’nun şu cümlesiyle açılıyor kitap: ‘Bu kente dünyanın sonunu beklemek için yerleştim. Çünkü bu şartlar artık imkân yok, düzelmez.’
New York’tan Lizbon’a taşınıyor Bruno ve eşi Cecilia. Ama Cecilia’nın işleri biraz daha süreceği için eşyaları yerleştirme-evi düzenleme (hatta New York’taki evleriyle bire bir aynı olma) işi ise Bruno’ya kalıyor.
Tek tek ilgileniyor her şeyle, yapamadığı-elinden gelmeyen şeyler için de yardım alıyor.
O büyük bir sabırsızlıkla Cecilia’nın gelmesini beklerken dünya daha da kötü bir yer olmaya devam ediyor. Sibirya’da sıcaklıklar 40 dereceye kadar çıkıyor, yüzbinlerce hektarlık alanlar yanmaya başlıyor. Dünyanın en zenginleri sığınaklar araştırıyor.
Bruno da camdan bakıyor, Cecilia birazdan bir taksiden inip merdivenlerden çıkmaya başlayacak, sevdiği incirli mum yanmaya devam edecek.
.
Antonio Muñoz Molina, beklemeyi yazıyor sanki. Birini beklemeyi, umudu beklemeyi, dünyanın sonunu beklemeyi. Ama bildiğimiz bekleyişler gibi bu bekleyiş zamanla ölçülmüyor. Çünkü günler, aylar birbirine karışıyor. Zaman kavramı silikleşiyor. ‘Cecilia nerede? Oldukları yerde güvendeler mi? Nasıl bir kaza gerçekleşecek birazdan?’ soruları geliyor insanın aklına. Molina olağan bir güzellikmişçesine gerilimi yakalıyor, sayfaları merakla çevirirken buluyorsunuz kendinizi. Velhasıl çok sevdiğim bir kitap oluyor ‘Merdivendeki Ayak Seslerin’
.
Murat Tanakol çevirisiyle ~