Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü'nü bitirmiş, Paris Üniversitesi'nde sosyoloji doktorası yapmış, Paris V Üniversitesi'nde de yüksek doktorasını yapmıştır. 1980 yılı itibarıyla Sosyal Bilimler Yüksek Okulu'nda araştırma yöneticisidir. 1995-1999 yıllarında Fransız Sosyoloji Derneği Başkanlığı yapmıştır. 2001-2010 yılları arasında Fransa Anayasa Konseyi üyeliği görevinde bulunmuştur. Sosyolog Raymond Aron'un kızıdır.
Weber’in dönemindeki ulusçuların öne sürdüğü gibi, ulus doğal bir olgu değildir, halkın etnik kökeniyle tanımlanmaz, ebedi bir gerçekliğin parçası da değildir. Ulus, modern Batı dünyasının akılcılaşması ve bürokratikleşmesi süreçlerinden ve daha genel olarak toplumsallaşma sürecinden doğmuş tarihsel bir oluşumdur: Ulusal Devlet ise çıkar çatışmalarını ve etnik tutkuları denetim altında tutar. Bu anlamda ulus Batı modernliğinin özgüllüklerinden biridir.
Ulusal aidiyet duygusunun temelini atan duyguların çeşitli nesnel kaynakları vardır: Ortak siyasal anılar, dinsel inanç ve dil birliği.
Ancak, bir ulusun oluşması için bu kaynaklardan hiçbiri gerekli ve yeterli koşul değildir: Ulus, “bir araya getirdiklerinin ortak nitelikleriyle tanımlanamaz”. Nitekim ulus “dil birliğiyle özdeş” olmadığı gibi, “hiç kuşkusuz gerçek kan birliği”ne ya da “özgür bir antropolojik tip birliği”ne ve “başka bir büyük kitlesel kültür varlığı olan”dine de dayanmaz. Etnik topluluklaşmada olduğu gibi ulusal topluluk duygusu da, onun üyelerinin aynı kökenden gelmeleri olgusuyla değil aynı kökenden geldiklerine inanmalarıyla doğar. Weber’e göre Sırplar ile Hırvatlar aynı etnik kökenden geldikleri halde, birincilerin Ortodoks, İkincilerin de Katolik olması, etnik birliğe inanmaktan alıkoyar onları...
Bir halkın ayırt edici özelliği tarihin ürünüdür.
Tocqueville’den Durkheim’a ve Weber’e kadar, sosyoloji düşüncesinin gerçek kurucularının ırk yaklaşımını kökten eleştirmiş olmalarından daha anlamlı bir şey yoktur. Sosyolojiye ilişkin özgün bakış açısının iki temel ilkesi bu düşünceyi kesin olarak benimsemelerine yol açtı: Toplumdaki olguların doğal, biyolojik ya da psikolojik değil tarihsel ya da toplumsal özellikler taşıdığının kabul edilmesi. Durkheim’ın formülüne göre “toplumsal olgular, ancak ve ancak toplumsal olgularla açıklanabilir”di. Ayrıca bu toplumsal olayları tek bir nedenle açıklamayı reddettiler. Etnilerarası ilişkileri genel toplumsal ilişkilerin boyutlarından biri olarak incelediler.
Ötekilerin geleneklerini ve değerlerini yargılarken kendi geleneklerimizi ve değerlerimizi ölçüt alıyoruz; oysa bunlar, başka pek çoklarının yanında yalnızca olası tercihlerden biri değil mi?
Cüzzamlıları...Üçüncü Laterano Konsilinin kararları doğrultusunda onları diğer insanlardan mutlak olarak ayırdılar. Kilise’ye, değirmenlere, fırınlara, pazarlara, çeşmelere, meyhanelere ve hastanelere gitmeleri, Hıristiyan mezarlarına gömülmeleri yasaklandı. Kentlerden kovuldular ve başlarına gelebilecek en iyi şey, şehir mekânının dışında