Bastırma, hedeflediği fikirleri veya anıları yok etmeyip onları sadece bilinçdışına hapsettiğinden bilinçdışı bilgi her zaman çarpıtılmış bir biçimde; semptomlar, rüyalar, dil sürçmeleri ve benzerleri olarak geri dönebilir.
Lacan da Freud gibi psikozun psikanaliz kuramı açısından kayda değeri olduğunu ama klasik psikanalitik tedavi yönteminin kapsamı dışında kaldığını savunur, zira psikanaliz sadece nevroza uygundur.
Lacan'a göre yabancılaşma öznenin başına gelen ve üstesinden gelinebilen bir talihsizlik değil, öznenin ana kurucu bileşenlerinden biridir. Özne temelden bölünmüş, kendisine yabancılaşmıştır (bkz. BÖLÜNME). Bu bölünmüşlük halinden kurtulmanın, "bütünlüğe" veya senteze ulaşmanın imkanı yoktur.
Her arzu bir eksiklikten ortaya çıkar; kaygı bir eksikliğin eksikliğidir. Kaygı memenin yokluğundan ziyade onun bunaltıcı varlığıdır; gerçekte bizi kaygıdan kurtaracak olan onun muhtemel yokluğudur.
Dürtüler bir nesneye yönelmekten ziyade sürekli olarak onların yörüngesinde döner. Lacan dürtünün amacının (Triebziel) bir hedefe [goal] (varılacak son nokta) ulaşmak değil, amacını [aim] (yolun ta kendisini) izlemek, yani nesnenin çevresinde dönüp durmak olduğunu savunur (S11, 168 [178]). Dolayısıyla dürtünün gerçek amacı sonunda tam bir doyumun gerçekleşeceği mitsel bir hedefe ulaşmak değil, dairesel yörüngesine geri dönmektir. Nitekim joussance'ın kaynağı da bu kapalı devrenin tekrarlayıcı hareketidir.
Bir fikrin başarısı neden doğru olmasına bağlı olsun ki ?
Fikirler , insan zihninin evrimsel eğilimleriyle uyumlu oldukları müddetçe popülerlik kazanır ve bu fikirlerin her zaman doğru olması şart değildir.
O halde yanlış fikirler bile yayılabilir ve başarılı olabilir gibi görünmektedir . Örneğin Dini fikirler , insanlık tarihindeki en başarılı fikirler arasındadır..
Geçmiş olaylar bastırılarak bellekten atıldıklarında, kendilerini eylemlerde açığa vurarak geri dönerler. Eğer özne geçmişi hatırlamıyorsa o zaman geçmişi eyleme dökerek tekrarlamaya mahkûm kalır. Buna karşılık psikanalitik tedavi tekrarlama döngüsünü hastanın hatırlamasına yardım ederek kırmayı hedefler.
Kaygı, nesne kayıp olduğunda arzuyu sürdürmenin bir yolu olduğu gibi arzu da kaygının telafisidir, zira arzuya katlanmak kaygıdan daha kolaydır (S8, 430).
-AŞK. Aşk metafor gibi yapılanmıştır çünkü aşkta da yer değiştirme işlemi söz konusudur. "Aşkın anlamlandırılması eksiğin öznesi olan érastès'in, yani aşığın, érôménos'un, yani sevilen nesnenin işlevini üstlendiği, kendisini onun yerine koyduğu ölçüde üretilir" (S8, 53).
Lacan ile Freud'un ölüm dürtüsü kavramları arasındaki farklardan bir diğeri de 1964 yılında ifade edilir. Freud ölüm dürtüsünü cinsel dürtüyle karşılaştırıyordu, oysa Lacan bu dönemde ölüm dürtüsünün artık bağımsız bir DÜRTÜ olmadığını, aslında her dürtüye ait bir özellik olduğunu savunur. “Yaşam dürtüsü ile ölüm dürtüsü arasındaki ayrım ancak onların dürtünün iki yönünü temsil etmesi kaydıyla doğrudur” (S11, 257 [271]). Bu yüzden Lacan, “her dürtü aslında bir ölüm dürtüsüdür”, diye yazmıştir (Ec, 848), çünkü (i) her dürtü kendi yok oluşunun peşinden koşar, (ii) her dürtü özneyi tekrarlamaya zorlar ve (iii) her dürtü keyfin acı çekmek olarak yaşandığı aşırı JOUISSANCE alanına, haz ilkesinin ötesine geçme teşebbüsüdür.
...
1953 yılında Lacan gelecekteki çalışmalarında sabit kalacak temel bir ayrım yaparak özne ile EGO'yu birbirinden ayırır. EGO imgesel düzenin bir parçasıyken, özne simgesel düzene aittir. Dolayısıyla özne bilinçli bir faillik duygusuna değil bilinçdışına denk düşer, zira bu duygu egonun yarattığı bir yanılsamadan ibarettir. Lacan'ın "öznesi" bilinçdışının öznesidir.