Heidegger’e göre ölüm, var olmaya başladığı andan itibaren bireyle beraberdir ve ona hazırlanmak gerekir. Sartre’a göre ise, yaşam devam ettiği sürece ölüm, insanoğlundan uzaktır. Bu açıdan Sartre, Freud’un öne sürdüğü üzere kişinin kendi ölümünü düşünemeyeceği, yani kişinin kendini ancak yaşayan bir varlık olarak algılayabileceğini savunur. Bundan dolayı da bireyin ölümden çok yaşamı düşünmesi gerektiğini savunur. Oysaki Heidegger’e göre birey sadece ölümlü değil, aynı zamanda var olmaya başladığı andan itibaren ölümü kendi içinde taşımaktadır.
Ancak her iki düşünün ortak yanı “hiçlik” kavramıdır. Sartre’a göre birey yaşadığı sürece vardır, ölüm, tüm anlamı ve değerleri bireyin elinden alarak onu hiçleştirmektedir.
Heidegger’e göre ise kişi doğduğu andan itibaren hiçliği içinde yaşamaktadır ve bunun farkında olarak yaşamalıdır. Yani yaşamın ölüm dolayısıyla bir yön, bir doğrultu kazandığını söyler. Heidegger bu düşüncesiyle bireyi yaşantısı boyunca ölümün yükünü almaya zorlar. Sartre tam da bu noktada Heidegger’e karşı çıkar. Asıl olanın ölümün değil, yaşamın yükünü çekmek olduğunu vurgular.