Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İrem

Sabitlenmiş gönderi
İnsanın hayvanlığı yemekle; insanlığı, okumakla başlar.
Sayfa 137Kitabı okudu
Reklam
102 syf.
·
Puan vermedi
·
17 günde okudu
Haset ve Şükran
Haset ve ŞükranMelanie Klein
7.7/10 · 722 okunma
62 syf.
·
Puan vermedi
Savaş ve Ölüm Üzerine
Savaş ve Ölüm ÜzerineSigmund Freud
8/10 · 295 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Başka pekçok yönden olduğu gibi bu yönden de tarih öncesi zamanların insanı, bizim bilinçaltımızda hiçbir değişime uğramamış olarak yaşamayı sürdürmektedir. Bu da demektir ki kendi kendisinin ölümüne inanmamaktadır bizim bilinçaltımız; adeta ölümsüzmüş gibi davranmaktadır. Bilinçaltıımız olarak adlandırdığımız şey -ruhumuzun içgüdüsel etkilerden mürekkep en derin katmanı- olumsuz olan hiçbir şeyi hiçbir olumsuzlamayı tanımamakta, bütün karşıtlıklar onda birbiriyle tutarlı hale gelmektedir. Bu sebepten dolayı ona ancak olumsuz bir içerik yükleyebileceğimiz için kendi ölümünü de tanımamaktadır. Ölüm inancına yanıt verecek içgüdüsel hiçbir şey işte bu yüzden yoktur içimizde. Hatta kahramanlığı sırrı dahi olabilir bu belki de. Zaten kahramanlığın rasyonel nedenleri de insanın kendi yaşamının belirli soyut düşünceler ve genel anlamda iyi olan olan şeyler kadar değerli olamayacağı yargısına dayanmaktadır.. Bana bir şey olmaz. Zira aksi halde bu sebepler bilinç altını, kendisine uygun düşen kahramanca tepkiyi göstermekten alıkoyan tereddütleri ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramazlardı ki. Üzerimizde bizim sandığımızdan daha güçlü bir hakimiyet kurmuş olan ölüm korkusu ise öte yandan ikincil düzeyde bir şey ve genellikle de suçluluk duygusunun bir ürünüdür.
İlkel insan öldürülmüş düşmanının cesedinin başında kendisini tam bir zafer kazanmış gibi hissediyor olmalıydı ve yaşamın ve ölümün gizemleri üzerine kafa patlatması için hiçbir nedeni yoktu. İnsandaki araştırmacı ruhu harekete geçiren şey, ne zihinsel gizem ne de gerçekleşen her ölüm değil sevilen ama başka bir yandan da yabancı olan ve nefret edilen kişilerin ölümü karşısında içine düştüğü duygu karmaşasıdır. Psikoloji öncelikle bu duygu karmaşasından doğmuştur.
Reklam
Özetlemek gerekirse: Bilinçaltımız kendi ölümümüz fikrine geçit vermemektedir, yabancılara karşı cinai eğilimler beslemektedir, sevdiklerimiz karşısında ikiye bölünmüş durumdadır yani kararsızdır, tıpkı ilkel insan gibi. Fakat ölüme karşı olan geleneksel ve kültürel tavrımızda bu ilkel durumdan ne derece uzaklaşmışızdır acaba. Savaşın bu bölünmeyi
Gayet iyi bilinir ki şaka olarak bir gerçeği bile dile getirebilir insan.
Utancın kökeninde daha genel anlamda bir teşhir durumu, dezavantajlı bir durumda olma hali yatar; çok genel bir ifadeyle bir güç kaybı yatar diyebilirim… Utanç duygusu, kişinin bu kaybın bilincine varması karşısında ortaya çıkan reaksiyondur: Gabriele Taylor‘ın ifadesiyle utanç “kendini koruma duygusudur” ve utanç deneyimi esnasında kişinin tüm varlığı küçülmüş veya azalmış görünür. Benim utanç deneyimimde diğerleri benim her şeyimi ve içimden geçen her şeyi görür… Yok olup gitmeyi, orada olmamayı arzularım…
Sayfa 49
Freud’a göre, herhangi bir şeyle ilgileniyor olmak için ilgimize yeterince ilgi gösteriyor olmamız gerekir.
Sayfa 31
Dikkat çekme arayisi genellikle ödüllendirilmediği için, -başka bir görünüm altında sunulmalıdır mesela sanat, görgü, rica veya başarı listesi altında saklanır-, böylece yaratıcılık denen özelliğimizin bol miktarda kullanımı bizi arzuladığız ilgiyi çekmek ve bulmak için kabul edilebilir yollar bulmaya götürür.
Reklam
“Bana neye ilgi duyduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Sayfa 13
Ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.
Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığım, harikulade bir haz benliğimi sarıp soyutlamıştı. Bir anda hayatın dertlerini önemsiz, felaketlerini zararsız, kısalığını boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izleyerek benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu bu öz benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi… Fincanı elimden bırakıp dikkatimi zihnime çeviriyorum. Gerçeği bulmak ona düşüyor. Ama nasıl? Zihnin kendi kendini aştığı, hem araştırıcı hem de arayacağı karanlık diyarın tamamı olduğu ve bilgi dağarcığının hiçbir işine yaramayacağı durumlarda hep hissedilen o muazzam belirsizlik. Mesele yalnız aramak da değil, yaratmak. Henüz var olmayan ve sadece kendisinin gerçekleştirbileceği, sonra da ışığıyla aydınlatabileceği bir şeyle karşı karşıya zihnim.
Değersiz kitapları şeker ve pasta kadar sağlığa zararlı bulan büyükannem, deha ürünlerinin bir çocuğun zihni üzerindeki etkisinin açık havayla deniz rüzgârının çocuğun bedeni üzerindeki etkisinden daha tehlikeli olacağını düşünmez, en az o kadar diriltici olacağına inanırdı.
Aslında o hıçkırıklar hiç sona ermedi; şimdi etrafımda hayat daha suskun olduğu için onları tekrar duyar oldum; tıpkı gündüzleri şehrin gürültüsü tamamen bastırdığı için çalmadıklarını zannedebileceğimiz manastır çanlarının gecenin sessizliğinde tekrar çalmaya koyulmaları gibi.
Babama teşekkür edilemezdi; gülünç duyarlılıklar diye adlandırdı bu tür davranışlar sinirine dokunurdu.
800 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.