“Yazan herkesin kendine göre bir yazma gerekçesi vardır; bu gerçekler kişiden kişiye değişir, ancak daima, bireysel deneyimin en kişisel yanıyla bağlantılıdır.”
Harem ve Kuzenler, Mağrip bölgesi üzerinden miras, türban, namus cinayeti, erkek şiddeti vb. can alıcı konular üzerinde çokyönlü önemli bir antropoloji-etnoloji kitabıdır.
Kadının sosyal statüsüne tarihsel bağlamda bakarken bu durumu sadece birey olarak kadın üzerinden değil kent kavramı ile ortaya çıkan mülkiyet kavramı ile ortaya çıkan aşiretler üzerinden de kapsamlı etnolojik çıkarımlar yapmaktadır.
Bu etnolojik incelemelerin günümüzdeki devamlılığını ve/veya dönüşümlerini ise yıllar boyu bulunduğu Cezayir, Fas, Moritanya gibi bölgelerdeki halkla kurduğu iletişimle kitabına yansıtmaktadır. Böylece 20. yüzyılda dahi kitabına konu olan endogami, miras paylaşımı, kan davası gibi olayları doğrudan yaşamış ya da ilk ağızdan dinleyerek okuyucusuna aktarmıştır.
Lakin eserin yazılmasında kullandığı bazı kaynakları 2. Dünya Savaşı sırasında imha edilmiş ve eserini de yolculuğu esnasında hazırladığı için bu bağlamda kaynakça sıkıntısı çekmektedir. Bundan dolayı da okuyucu bu esere güvenini yalnızca anlatıcıya duyduğu güvenle sağlayabilir ki bu durumu da kitabının daha ilk cümlesinde Heredotus'tan alıntıyla açığa vurur.
"Ben bana anlatılanlara inanmamazlık etmem... ama bunlara pek inanmam da." diyerek aslında okuyucusuna seslenmektedir.