Gürkan Kadıoğlu henüz lisans eğitimi devam eden fakat yazın çalışmaları eğitiminden çok öncesine dayanan genç bir yazardır. Toplumsal sorunları genelde distopik bir tarzla Kara Edebiyat eserlerinde kaleme alan yazar, ayrıca fantastik romanlar da üretmektedir. Kendine has üslubu ve didaktik metaforlarını bizzat güncel yaşamdan alarak okura sunan satırlarında; post-modern edebiyat için yeni ve güncel bir atmosfer hazırlamakta, karmaşık fakat düzenli temele oturan hikayeler kurmaktadır. Kara Edebiyat eserlerinde odak noktasını modernizmin toplumu yaralayan yönlerinde tutar; insan mefhumu yine bu noktaların yıkımıyla inşa edilir.
Konu olarak birbirinden bağımsız ancak ortak temaları işleyen Kara Edebiyat eserleri sırasıyla; Hayalet, Gri Gecelerin Şarkısı
Fantastik Dizisi; Unutulmuş Yüzyıl, Çambudak'tan Fırlayan Hadenk"
Yaşam anlamsızlaştı.
Burada cömert bir elle yapılan yardımların hepsi birer yatırımdır; insanlar, duygularının değerlenmesi için yatırım yaparlar, iki bacaklı bir yaratığın gözlerindeki mahcubiyeti, minnettarlığı görüp de yeniden ufacık bir kıpırtı hissedebilmek için...
Bizden andımızı, inancımızı çoktan aldılar; basmakalıp aydınlanmalar yaşatıp özgür olduğumuzu düşündürüyorlar. Söyleyin bana, bu adamlar eğer tanrıysa, bu tanrılar bize kurak bir yeryüzünden başka ne bıraktılar?
Aynı şarkıyı tekrarlayan denize bakıyorum; peşinden yine sesler büyüyor. Sesler sabaha çekiliyor, sonra renkler yerlere dökülüyor, dokular ve kokular akıp gidiyor. Duyamıyorum.
Kaybolmuş takvimlerinde, şu günlerinde kimsenin mahremiyetini saklayacak öz sevgisi ya da saygısı yok. İnsanlar gönüllerindeki parıltıları her geçen gün daha çok solduruyorlar. Yaşam anlamsızlaştı.
Medya içeriklerinde sürekli insanlara özel ve benzersiz olduklarını anlatmaya çalışan bir "biçim" var.
İnsanların bu kadar öfkeli, alıngan ve kompleksli olduklarını görünce tehlikenin farkına varıyorum. Kandırılıyorlar. İletişim ölüyor. Kişilerin kendilerinin özel olduklarını düşünmeleri, onların daha çekilmez bir hale gelmelerine sebep oluyor. Bütün meseleler şahsileşiyor, anlaşmazlıklar artıyor.
Hiçbir alanda fayda gösterememiş bir insanın kendini "bambaşka" hissetmesi, zayıf bir karakterden çok daha öte bir durum bana kalırsa. Burada resmen bir inandırılmışlık söz konusu. Bu inandırılmışlık ya da içgüdü her neyse, mutlaka arınılması gerekiyor.
Medyanın sloganı değişmiyorsa, insanın kendi sloganı değişmeli.
Kafamızın içindeki yankılardan fazlası değiliz. Sesimiz başımızdaki duvarlara çarpıp geri dönüyor, duyan yok.
Dünya inşasına çakılmış tek bir çivi kadar etmeyiz; olsak olsak soyulup giden talaşlardan oluruz.
İnsan bu denli aciz, bir başına ve değersizken, kendi varlığını nasıl sorumsuzca yüceltebilir? Bize bu cüreti veren nedir? Bütün bir alemin, yalnızca perdeleyip ardını sakladığımız hayatlarımızı merak ettiklerini neye dayanarak söylüyoruz?
Heyhat hastalıklı bir adamın, en hatırlı dostu bu histir: Yaşamının pek tabii değersiz olduğunu bilir ancak, yine de tüm insanların gözü onun üzerindedir... Bu yanılgı ve takıntı süründürür. -hastalıklı bir adam kadar, hepimizi...
-Hikaye ilk olarak Büyük Dünya adında, insanların hislerini yitirdikleri bir gezegende başlar. Yoğun bir distopya vardır. Bizim de içinde bulunduğumuz ve kaynağındaki yoksunluğu bizzat ellerimizle yoğurduğumuz bu distopya, en başta ilerleyen teknolojinin bir yansımasıdır. Büyük Dünya'nın hissedemeyen yarı insanları, bir süre sonra yeni bir
Öncelikle kitabın geçtiği şehirde büyük bir ekonomik dengesizlik ortaya çıkmıştır. Orta halli sınıfı yok edilmiş, insanların yaşam standartları oldukça düşmüştür. Fakat aynı zamanda şehrin kapitalistleri de gittikçe zenginleşmektedirler.
Hikaye, bir grup anarşistin trafo merkezini ele geçirerek elektrikleri kesmesiyle başlar. Daha sonra bu
Hayalet, en kolay tarifle bir uyanış, bir başkaldırı hikâyesini anlatıyor. Eserde hayata karşı yeni bir sanat bağışlamaya ve bu sanatla yücelmeye çalışan; kendini toplumdan soyutlamış bir çocuğun yolculuğunu okuyoruz. Takınması gereken tavır, çevresel etkiler, hayalleri, idealleri ve sanatı arasında sıkışıp kalan bu yalnız çocuk, karmakarışık bir iç dünyasıyla karşımıza çıkıyor. Bu sırada, hayatı iyice alt üst olmuşken, dolabının arkasından aniden çıkan ve onun defterine notlar bırakan karanlık bir silüet yolculuğuna ortak oluyor. Çocuk ona Hayalet ismini takıyor ve beraber, modern insan yaşamını irdelemeye başlıyorlar. Kitap on bölümden oluşuyor; hikaye büyük ölçüde metaforlarla sürüyor. Çocuk ve gerçek olup olmadığı konusunda şüpheye düştüğü Hayalet'in, laçkalaşmış modern yaşama kendi ideallerini yerleştirmeleri, bu metaforlar aracılığıyla okura ulaştırılıyor ve yine eleştirel bir sonla hedefine varıyor. Hayalet, bir post-modern edebiyat ürünü. Eserin geçtiği ve çocuğun yenmeye çalıştığı mekan Gösteri Dünyası, insanları yöneten ve uyutan sistem sahipleri ise Megalomanlar olarak karşımıza çıkıyor.