Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

John Kingsley Birge

John Kingsley BirgeBektaşilik Tarihi yazarı
Yazar
8.0/10
2 Kişi
7
Okunma
0
Beğeni
574
Görüntülenme

John Kingsley Birge Gönderileri

John Kingsley Birge kitaplarını, John Kingsley Birge sözleri ve alıntılarını, John Kingsley Birge yazarlarını, John Kingsley Birge yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
304 syf.
10/10 puan verdi
Gönül verdiğim şeyler hakkında konuşmayı pek sevmediğimi hatta bundan imtina ettiğimi, almış olduğum onca nota rağmen bu kitaba inceleme yazmayı reddettiğimde bir daha anladım. Söyleyebileceğim tek şey; bugüne kadar Bektaşilik ve vahdet anlayışı ile ilgili okuduğum en güzel, en mühim noktalara temas etmiş iki kitaptan biridir.
Bektaşilik Tarihi
Bektaşilik TarihiJohn Kingsley Birge · Ant Yayınları · 07 okunma
Bektaşilik'te Günah
Daha önce tüm Bektaşi edebiyatında, Tanrı'nın insanların yaptıklarını terazide tarttığı ve günahkarı cezalandırdığı ya da ölümden sonra insanları dar bir köprüden geçirip ahlaken yetersiz olanların cehenneme düşmesine yol açtığı şeklindeki ulema'nın ortodoks öğretisiyle dalga geçme eğilimi bulunduğuna değinmiştik. Bektaşi, iyiliği ve kötülüğüyle dünyayı Tanrı'nın yarattığı fikrini ahlaki olarak tutarsız bulur. Bunun yerine, Bektaşi, Tanrıdan gelen tezahürler çemberi yoluyla yaradılış kuramıyla, hisseder ki, günah, temelde hakiki olmayan, çevremizdeki görüngü dünyasıyla birlikte olan bir şeydir. Bu fiziksel dünyaya hakikat atfeden yüzeysel insan için görünür hakikat, bu nedenle o kişiyi günah ve şeytana uymaya sürükleyebilir fakat bu, gizli bilgi sahibi olanlar için, yalnızca gerçek olguların anlaşılamaması durumudur. Böyle bir kişinin içinde "ben"i aşmak için yapılan ahlaki bir mücadele vardır. Gerçek günahın dünyanın günah dediğiyle pek bir ilgisi yoktur, o bireyin ikilik duygusudur, bu dünyayı ve kendini Tanrı'dan başka bir şey olarak görmesidir. Bektaşi'nin "günahın aşırılığı" gibi bir kavramı yoktur, ne de kendisini hakiki olmayan bir fiziksel dünya ya da toplumsal düzen için dünyanın günahına karşı mücadele etmek ahlaki yükümlülüğünde hisseder. Tinsel bütünleşme, aksine, tüm şeyleri, meyhane ve kiliseyi, put ve mihrabı, kendileri hakiki olmayan, yalnızca her şeyin arkasındaki birliği işaret ettikleri için bir anlama sahip olan tezahürler olarak görmek yoluyla gelir. Bu birlik ilahi Hakikat'le bir olana kadar içinde kendisini yitirmeyi umabileceği birliktir.
Reklam
Cihan var olmadan ketm-i ademde Hak ile birlikte yektaş idim ben Yarattı bu mülkü çünkü o demde Yaptım tasvirini nakkaş idim ben Anâsırdan bir libasa büründüm Nâr-ü bâd-ü Hâk-ü âbdan göründüm Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
"Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Bostan ısı kaktı der ne yersin kozumu" Yorum: Hakikati arayan şeriati bir erik gibi görür, çekicidir fakat içi yenmez serttir, onun için tarikatı dener, o da üzüme benzer, üzüm çok faydalıdır. Fakat onun da merkezinde taşlar vardır. Bu nedenle mürşit tarafından, hakikate yöneltilir, hakikat ceviz gibidir, sert ve yasaklayıcı bir dışı vardır ama içi çok zengindir. "Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım Ne bu deyüp sorana bandım verdim özünü" Yorum: Tarikatı sembolize eden bağın meyvesini araştıran ve onu poyrazla kaynatmaya kalkışan kişi mürşitsiz mistik yaşam sürdürmeye kalkışan kişiden daha aptal değildir. "İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş Becit becit ısmarlar gelsin alsın bezini" Yorum: Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, eksikli mürşit bir talibi alıp da derviş yapamaz. "Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı kazını." Yorum: Kağnıyla seyahat şeriatin öğrettiği dışsal din bilgisidir. Kanatlarla uçmak ise tarikatın deneyimi ve içrek bilgisidir. Şeriatin tüm gücü tarikatta ilerlemeyi sağlayamaz. "Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu." Yorum : Dışarıdan fakir ve varlıksız görünen mütevazi dervişin tartışma ve etkinlikte tanınmış dünyevi kişiye üstün geldiği bilinir.
"Bir ağaçtır bu alem Meyvası olmuş adem Meyvadır maksut olan Sanma ki ağaç ola."
Reklam
Sır
İslam'ın ortodoks din olarak saçmalığında neşe ve eğlence konusu bulma eğiliminin yanı sıra ve onunla yakından bağlantılı olarak tamamen Bektaşi bakış açısına özgü ikinci bir nitelik vardır. Bektaşi kendi inanç ve uygulama sistemi için tam bir esrarengizlik tavrı sağlamaktan hoşnut olur. "Bektaşi Sırrı" sözcükleri, halkın diline
Bektaşiler de birbirlerinden inançların önem sırasına yaklaşım ya da aynı inançların ortak beyanında bile anlaşamazlar. İnancın sınırı geniştir, cahil Bektaşilerin en kaba hurafelerinden, zımni bir solipsizm ya da kendinden başka kimsenin var olmadığı inancına ve hatta kesinlikle materyalist bir ateizme kadar erişilir. Ölümsüzlük hakkındaki inanç, ruhun, ölüm sırasında, özellikleri kişinin yaşamının niteliklerine benzeyen bir hayvanın vücuduna geçtiği şeklindeki kanaatten, ölümden sonra herhangi bir şeyin olduğuna tamamen inanmamaya kadar değişir. Yine de edebi ifadede bir tutarlılık vardır. Alışılmış biçimler, o kadar ortak kavramlar çevresinde yükselir ki, herkesin düşüncesi bu biçimleri bireysel olarak inanılsın inanılmasın alır. Bu, örneğin yaradılış çevrimini anlatan devriye denilen şiir için doğrudur. Allah'ın birçok tezahür halinde göründüğü inancı, Bektaşiler arasında bu klasik biçimi almıştır.
...Oysa 20 Kasım 1925'te, tüm tekke ve zaviyeleri kapatan 677 sayılı yasa T.B.M.M tarafından onaylandı. Daha önceden, şeyh, baba, seyit, mürşit, dede, çelebi ve halife gibi unvanlarla birlikte yürütülmüş olan işlevler de yasaklandı. Daha önceden saf olanlara hitap eden, kısmet okuma, sihir, nefes, öteki dünyadan haberler vermek gibi uygulamalar da yasaklandı. Sultanların türbeleri ve tekkelerle ilişkili tüm türbelerin kapatıldığı ilan edildi. Bu yasaya aykırı davrananlara üç aydan az olmamak üzere hapis ve elli liradan az olmamak üzere para cezası getirildi. Daha sonra, tekkelerdeki, kandiller, kılıçlar, duvar resimleri, dilek taşları, müzik aletleri v.b. gibi tüm eşyaların Etnografya Müzesi kullanımına verilmesini gerektiren bir yasa çıkarıldı. Bugün özellikle Hacı Bektaş Köyü'ndeki merkez tekkeden gelen birçok ilginç kostüm ve eşya Ankara Etnografya Müzesinde bulunur. aynı yasayla tüm kitaplar geleceğin tarihçi ve araştırmacıların kullanımı için saklanmak üzere kütüphane yetkililerine devredildi.
Hep Üzerinde Düşünmüşümdür: Şah İsmail ve Yavuz Selim
Selim'in İsmail'le ilişkilerinin tarihinde bazı şeyleri özetle yeniden kurma çabamın burasında Bektaşi ananesine göre hem Selim ve hem de İsmail'in tarikatın yola kabul edilmiş üyeleri oldukları vurgulamaya değer. Elbasanlı Selman Cemali Baba bana aşağıdaki öyküyü anlattı: 1. Selim, Balım Sultan'ın dervişlerinden biriydi. Hatta Selim, Balım Sultan tarafından mücerred bir dervişin işareti olarak getirilen at nalı şeklindeki küpeyi yani menguş'u bile taktı. Selim'in resimlerinin bu küpeyi gösterdiğini söyledi. Bir gün gençliklerinde iktidara gelmeden önce Selim ve İsmail, Balım Sultan'ın huzurunda oturup konuşurlar. İktidara geldiklerinde İslamdaki farkları kaldırmak konusunda anlaşırlar (herhalde bu müslümanların en azından Şii olanlarını Bektaşi yapmak anlamına gelecekti). Sonra, ikisi de iktidara geldiklerinde İsmail, Selim'e yazar ve anlaşmalarını uygulamalarını önerir. Selim vezirlerinin Sünni olduğunu bu nedenle yavaş gitmesi gerektiğini söyler. İsmail kızgınlıkla cevaplar ve ona yalancı ve sözüne güvenilmez biri olduğunu söyler. Selim'in İsmail'e karşı harekatının, Selman Baba'nın beni temin ettiği nedeni işte budur. Baha Sait gibi, Selman Baba'da Selim'in kılıçla kazandığını fakat İsmail'in kalemle kazandığı zaferin daha büyük olduğuna işaret etti.
Reklam
Şah İsmail
Tarihte çok az karakter İsmail Safevi'den daha ilginçtir. 16. yüzyıl gezginleri, onun görünüşünün güzelliğini ve davranış soyluluğunu överler. 13 yaşında iken onunla konuşan Caterino Zeno, onu şöyle anlatır'' soylu bir duruş ve hakikaten krallara yakışır bir görünüm, gözlerinde bir şeyler vardı, ne olduğunu bilmiyorum çok büyük ve hükmediciydi, onun bir gün büyük bir hükümdar olacağını açıkça gösteriyordu. Ayrıca zihinsel meziyetleri de, güzelliğinden geri kalmıyordu, seçkin bir dehaydı ve bu kadar genç bir yaşta bu kadar yüce fikirler inanılmaz görünüyordu. Büyük bir zihin gücü vardı, çabuk kavrardı ve hiçbir çağdaşında bulunmayan bir cesarete sahipti." "Bu sufi," diyor başka bir Venedikli gezgini Angiolello, "dürüst, yakışıklı ve çok hoştu. Özellikle de efendileri için neredeyse ona tapıyorlardı."
II. Keyhüsrev derin bir aşkla sevdiği bir Gürcü prensesi ile evlendikten sonra bir tarafında kendi ve diğer tarafında karısının adı olan bir para kestirmeye çalıştı, danışmanları tarafından bu girişimi önlendiğinde, bir tarafında karısının güzelliğini simgeleyen güneş ve kendi saltanatım simgeleyen aslan olan paradan çok büyük tutarlarda kestirdi. Mevlevi dervişlerinin Pir'i ve Konya'nın meşhur mistik şairi Celalleddin, hükümdarlarca oluşturulan bu örnekle tam bir uyum içinde, Hıristiyanlara karşı hoşgörülü ve dostçaydı, öyle ki bu, bir Hıristiyan ruhbanıyla birlikte gömülmesinde sembolize olur.
13. Yüzyılda Anadolu
Bu karmaşık durumda, bir mistik ve gizli kardeşliğe dayanan dinsel yaşamın başlamasını sağlamaktaki rollerinde iki etken ilk bakışta çelişik görünür, öncelikle Moğol istilası önünde dışa karşı debdebeli az ya da çok birleşmiş bir devletin tepetaklak oluşu ve savaşların sonucu olarak politik güvenliğin yok olması, doğal olarak bir güvensizlik ve insan hayatının geçiciliği duygusuna yol açar. Dünyadan hoşnutsuzluk ve bu yaşamı aşan bir İyi'ye duyulan yakıcı arzu, birçoklarını öteki dünyaya ait olan dinsel bir mistikliğe götürür. Başka bir deyişle yüzyıl, böylesi bir toplumsal kargaşa dönemiydi, öyle ki en yüce ruhları dahi bir dinsel adanmışlık yaşamında iç huzuru aramaya yöneltiyordu. İkinci olarak, bu geçici dünyanın olaylarından uzaklaşarak dine dönmekle kuvvetli bir zıtlık oluşturan bir etken de işliyordu, 13. yüzyıl ve sonrasında militan bir etki vardı, dünyayı din adına fethetme yolunda savaşçı bir istek. Bu yaklaşım Anadolu'nun ilk İslam istilacılarını karakterize etti ve ifadesini önce 1071 dolaylarında Danişmentlilerin ve sonra da diğer Türk beylerinin kendilerini tanımladıkları Gazi sözcüğünde buldu. Bu bakış açısında yalnızca inanç gayreti değil, ama dünya nimetlerine duyulan saldırgan ilgi, yağma umut ve beklentisi de tam anlamıyla etkin oldu.