Daha önce tüm Bektaşi edebiyatında, Tanrı'nın insanların yaptıklarını terazide tarttığı ve günahkarı cezalandırdığı ya da ölümden sonra insanları dar bir köprüden geçirip ahlaken yetersiz olanların cehenneme
düşmesine yol açtığı şeklindeki ulema'nın ortodoks öğretisiyle dalga geçme eğilimi bulunduğuna değinmiştik. Bektaşi, iyiliği ve kötülüğüyle dünyayı Tanrı'nın yarattığı fikrini ahlaki olarak tutarsız bulur. Bunun yerine, Bektaşi, Tanrıdan gelen tezahürler çemberi yoluyla yaradılış kuramıyla,
hisseder ki, günah, temelde hakiki olmayan, çevremizdeki görüngü dünyasıyla birlikte olan bir şeydir. Bu fiziksel dünyaya hakikat atfeden yüzeysel insan için görünür hakikat, bu nedenle o kişiyi günah ve şeytana uymaya sürükleyebilir fakat bu, gizli bilgi sahibi olanlar için, yalnızca gerçek olguların anlaşılamaması durumudur. Böyle bir kişinin içinde "ben"i aşmak için yapılan ahlaki bir mücadele vardır. Gerçek günahın dünyanın günah dediğiyle pek bir ilgisi yoktur, o bireyin ikilik duygusudur,
bu dünyayı ve kendini Tanrı'dan başka bir şey olarak görmesidir. Bektaşi'nin "günahın aşırılığı" gibi bir kavramı yoktur, ne de kendisini hakiki olmayan bir fiziksel dünya ya da toplumsal düzen için dünyanın günahına karşı mücadele etmek ahlaki yükümlülüğünde hisseder.
Tinsel bütünleşme, aksine, tüm şeyleri, meyhane ve kiliseyi, put ve mihrabı, kendileri hakiki olmayan, yalnızca her şeyin arkasındaki birliği işaret ettikleri için bir anlama sahip olan tezahürler olarak görmek yoluyla gelir. Bu birlik ilahi Hakikat'le bir olana kadar içinde kendisini yitirmeyi
umabileceği birliktir.