Mario Pezzella sözleri ve alıntılarını, Mario Pezzella kitap alıntılarını, Mario Pezzella en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Modernitede, kalabalığın içindeki insanın edilgen deneyimini değerlendirmeyen ve bundan duygusuzca kaçınmaya çalışan şairin ve entelektüelin karşı-figürüdür.
Godard'da, örneğin, izlemekte olduğumuz yapaylığın ve dolaysız olmamanın her anını algılarız. Uzun uzun gösterilen sabit çerçeve, ritmin çılgınca hızlanıp yavaşlaması, aynı sekansın kronolojiden bağımsız biçimde tekrarlanması, gerçeklik etkisindense, "görüntünün bilincini" öne çıkarır.
Eisenstein'ın montajı da temelde benzer bir hedefe ulaşmayı amaçlar; sadece şiirsel sinemada özne, onlarla diğerleri arasındaki fragmanlar arası
ilişkiyi neredeyse matematiksel bir kesinlikle düzenleme gücüne sahip,
aşkın bir hakikatin sahibi olarak görünmez. Görüntüler bakış açılarının
neredeyse patolojik bir dağınıklığında, daha üstün bir fikirle artık yeniden
düzenlenmesi olanaksız olan planların ve perspektiflerin karmaşasında
ilerleyerek kırılır.
Son onyılların bazı filmlerinde, filmlerin hayali unsuru, Pasolini'nin sözünü
ettiği "mitik ve çocuksu alt-film", "şiirsel film"le olduğundan çok daha
fazla öne çıkar. Öykülemeci sinema, öykünün nesnel ritmine ayrıcalık tanırdı.
Şiirsel sinemadaysa, özne kahramanın bakış açısı üstün geliyor gibidir.
Bu "üçüncü" biçimde, görüntü, bir düşte gördüklerimiz gibi yorumlanmak
ve çözümlenmek için kişilerüstü bir sembolik takımyıldıza gönderme
yapar gibidir. Bu, öznenin içinde olabilecek olanı belirler, onun
bilincinin ve duygusallığının ufkunu düzenler. Yeni Alman sinemasının
pek çok filminde --özellikle Herzog' da ve Wenders' de- görüntüler sembolik bir sahne tanımlar; özne onlarla anlaşılır ve onlar üzerinde onun "bakış açısı" çok az iktidara sahiptir; o, önceden belirlenmiş rolleri arasında hareket eder, ki bunlar, onun bilincini ve eylemlerini belirler. Kendi tutarlılığından yalıtılabilir her görüntü, hem kahramanların bilincini hem de "öykü"nün şemalarını aşan, sembolik ve hayali bir nesnellik tanımlar.
Sinemanın hammaddesi ve onun üstlendiği ilksel biçimler, düşsel· görüntülerle ve onların sayesinde biçim kazandığı anlatımcı
süreçlerle karşılaştırılabilir: "Sinema, arketiplerinin basitliği (ki
yeniden listeliyoruz: alışıldık ve dolayısıyla çevrenin bilinçsiz, yüz ifadeleri,
belleğe ve düşlere özgü gözlemleri) ve görsel dilin sembolleri olarak nesnelerin gramer öncesine özgü temel üstünlüğü bakımından düşseldir." Sinemanın dayandığı gerçeklik, ruhsal ve fiziksel dünyanın doğrudan bir iç içe geçişte var olduğu, öznel olduğu kadar nesnel, içsel olduğu kadar dışsal, varlığın derin ve enigmatik bir katmanına aittir; bu şekilde, acıyı ve zamanın geçişini ortaya koyan çizgi, aynı anda, hem içsel hem de bedensel bir işarettir ve bir fizyonomide yoğunlaşabilmeyi gösterir.
Alışkanlıktan ve kavramdan ortaya çıkmayan bu katman, olasılığı ortaya
koysa ve öncelese de, diyor Pasolini, "şeylerin dilsiz kaosu"ndan açığa çıkar ve sinemanın en derin göndermesidir. Bu, alışkanlıkların ve tarzların güven verici dünyasında, anlatımcı kurallara bağlı, yüzeydeki filmi altüst edip bozan, ikinci ve gizli bir film inşa eder. Ama böylece, alışıldık algıların dayanak noktalarından kaçan ve uyanık bilincin gerçekliğiyle dünyayla ilişki kurduğumuz kurallara ve düzenlemelere aldırmayan bir bakış belirir.
Aslında fotoğraf Barthes'ın da gösterdiği gibi, basit bir studium'a dönüşebilir;
o zaman nesnel "olaylar"ın edilgen yeniden üretimiyle sınırlanmış gibi
görünür. Ancak fotoğraf, yine Barthes'ın sözünü ettiği belgesel her anlamı
aşan ve görüntünün unsurları arasındaki sembolik ilişkilerin netleştiği bir
nokta olan punctum gibi, anlatımcı bir anı da elinde tutar. Benjamin hemen
anlaşılmayan bu arka plana "bilinçdışı optik" adını vermişti: "Bir ayrıntı
bütün yazılarımı altüst ediyor; ilgimin canlı değişimi, bir çakış. Bir şeyin izi
olduğundan dolayı, fotoğraf artık herhangi bir şeyin fotoğrafı değildir. "