Mehmet Arif Ölçen

Mehmet Arif ÖlçenVetluga Irmağı author
Author
0.0/10
0 People
4
Reads
1
Likes
723
Views

About

1893 Yılında Tokat’ın Niksar ilçesinde doğan üsteğmen Mehmet Arif (Ölçen)1913’ te İstanbul’da harp okulunu bitiriyor ve Kafkas cephesinde Köprüköy savaşına katılıyor. Köprüköy savaşı, Osmanlı “aristokrasisinin” temsilcisi olan Tophane Müşirinin oğlu ile kırsal alanın temsilcisi Niksarlı Mehmet Ali’ nin oğlunu yan yana getiriyor…Üsteğmen Mehmet Arif (Ölçen), 1515 yılının sonlarında Erzurum’ u savunmakla görevlendirilen birliklerde yerini alır. Mehmet Arif 3050 rakımlı tepeden kendi alayına katılmak buyruğunu aldığı zaman komuta ettiği bölüğü ile birlikte Üçkilise köyünden geçecek ve alayına katılacaktır. Kuzeydoğudan gelen Rus saldırısında alay tümüyle yok olur; kalan asker ve subay tutsak düşer.” ( Yaşananların baş kişisi ve anlatanı Mehmet Arif (Ölçen) ile öteki subayların üç yıl sürecek tutsaklı serüveni başlar. “Mehmet Arif’in. 23 yaşında tutsak düştüğü Varnavin kasabasında Rus halkının yaşam biçimini, duygu ve düşüncelerini; Türk tutsaklar ile kurdukları dostluk ilişkilerini anlatırken gözlemci yanı da ortaya çıkıyor.” Vetluga Irmağı,yalnız tutsaklık anıları değil, bu niteliğiyle aynı zamanda roman türünün seçkin bir örneğidir.
Birth:
Niksar, Tokat, 1893
Death:
1958

Readers

1 readers liked.
4 readers read.
1 readers are reading.
4 readers will read.
Reklam

Quotes

See All
Çevirmen aracılığıyla tatlı bir söyleşiye dalmıştık ki, kapı birden açıldı ve içeriye uzun boylu, zayıf, tabla gibi şapkası olan bir Rus subayı girdi, hepimize Türkçe olarak “Merhaba efendiler nasılsınız?” diye sordu. Dilimizi nerede, nasıl öğrenmişti? “Teşekkür ederiz, buyurun.” Odadaki iskemlelerden birine oturdu. “Türkçeyi güzel konuşuyorsunuz, Türk müsünüz?” diye sordum. Sormamla birlikte irkildim. “Tanrı göstermesin ki Türk olayım. Ben İstanbul’da elçilikte çalıştım. Ünlü şair Tevfik Fikret’ten Türkçe ders aldım. Şimdi 14.Türkistan kolordusunda istihbarat subayıyım. Adım Yüzbaşı Bedrensky. Çar ailesindenim.İşte, soyluluk nişanım” Sol cebinin üzerine iliştirilmiş Çarlık armasını gösteriyordu. Düzgün Türkçeyle konuşmasını sürdürdü: “Biz iki yıl için savaşa hazırlandık. Siz savaşı kaç ay sürdürebilir siniz?” “Yurdumuzdan düşman çıkıncaya kadar” dedik dördümüz birden
Bolşevik Hükümeti, yönetimi ele alalı iki ay olduğu halde, odamıza kadar gelen erler, bize komünizmin erdeminden söz ediyor ve yakında bütün dünya işçilerinin ayaklanacağını, Lenin sayesinde kapitalistlerin yok edileceğini ve işçilerin rahata kavuşacaklarını söylüyorlardı. Karısına göndereceği mektubu bile bizim Rusça bilen subaylarımıza yazdıran bu okumasız yazmasız erlerin iki üç ay gibi kısa bir sürede Bolşevik rejimini kavramaları ve onun savunucusu olmalarını anlamakta güçlük çekiyorduk. Üç yıllık savaşta milyonlarca insanını yitirmiş, yoksul ve perişan duruma düşmüş bu ülkenin koşulları onlara, ilkelerini yaymanın en uygun ortamını hazırlamıştı. Savaştan yenik ve yoksul, aç ve bitkin çıkmış Rusya’nın geçirmesi doğal olan toplumsal bunalımını fırsat bilerek, yoğun bir kampanyaya girişmiş, ülkenin her yöresinde kongreler, bildiriler, söylevler ve gazete yayınlarıyla kendi ilkelerini pekiştirmeye başlamışlardı. Bu cahil Rus erleri bile, şimdi o ilkelerin en azılı savunucularıydı.
Reklam
“Siz Türkler Rusların mezarını Çanakkale’de kazdınız.”
Kar yağmıyordu. Fırtına da eski gücünü yitirmişti. Yarım saat gitmiştik ki, süngülü iki Rus eri durdular. Bir kayanın dibinde, sırtında yamçısı, uzun boylu bir adam duruyordu. Erlerden biri kayanın dibinde duran adama doğru yüksek sesle bir şeyler söyledi. Adam bana doğru gelmeye başladı. Süngülü erlerden biri geleni göstererek “Bulkovinik komandi” dedi. Komutandı gelen demek. Alay komutanı. Askerce selam verdim. “Sadıs” dedi. Rahat. Bir çevirmen çağırdı. Elini ceketimin kollarından içeri soktu. Parmaklarıyla çamaşırlarımı yokladı Çevirmen komutanın dediklerini aktardı: “Bu ceket ve kaputla üşümüyor musun?” “Üşümüyorum, alışkınım.” “Aşınız nedir, ne yer ne içersiniz?” “Aşımız seyyar mutfaklarda yapılır, akşam sabah sıcak yemek yer ve çay içeriz” dedim. Oysa mutfağımız yoktu. Sıcak çay da içmezdik. Erzurum’un köylerinden gönderilen donmuş, katı bazlamaları, koynumuzda ısıtır yeriz diyemezdim elbet. Bu gerçekleri Rus komutanına nasıl söyleyebilirdim. Daha da bu sabah, beş saat önce, kar üstünde ayaklarımın donduğunu, dişlerimin bir birine çarparak konuşmama engel olduğunu, tutsak düştüğüm zaman ilk kez sıcak çay içtiğimi nasıl açıklayabilirdim. Uzun boylu, esmer alay komutanına baktım. O da bana bakıyordu. Sevecen bir hali vardı.
Bir gün ilginç bir konuşmaya tanık olduk. Tutsak bir Türk binbaşısı, uzakta gördüğü tutsak Türk teğmenini çağırıyordu. Subay, koşarak binbaşının yanına geldi, üç adım kala ayak topuklarını birbirine vurarak selam verdi: “Buyurun komutanım.” Uzaktan seyreden oldukça temiz, düzgün giyimli, kamu görevlisi olduğunu sandığımız iki kişi, kendi aralarında konuşmaya başladılar:“ Görüyor musun tutsak Türk subayının, binbaşının karşısına gelişini” diyordu biri ötekisine. “Üç yıldır bu kentteler. Hâlâ askeri terbiyelerini unutmadılar. Bu disiplinle elbette savaşı kazanırlar. Rus ordusunun asker sayısı milyonları bulmuş ne çıkar. Disiplinleri olmadıktan sonra. “ Gurur ve sevinçten gözlerimizde yaş birikmişti. Yanımdaki, “Bu iki Rusun bize ilgiyle baktıklarını görüyor musun” diye kolumu dürttü. Baktım, biri ötekinin sırtına vurmuş, yürümeye başlamıştı. Sanki o görünümü seyretmeye tahammülleri kalmamış gibi. Hırslı hırslı konuşarak uzaklaşıyorlardı.

Updates

See All
Henüz kayıt yok

Comments and Reviews

See All
Reklam
343 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Bence çok iyi kitap kıyıda köşede kalmış çoğu kişinin bu kitaptan haberi yok . Bence çok iyi kitap kıyıda köşede kalmış çoğu kişinin bu kitaptan haberi yok .
Vetluga Irmağı
Vetluga IrmağıMehmet Arif Ölçen · Ümit Yayıncılık · 19945 okunma