Hele din uluları geçinen kalın ruhlu softalar kara kaplı kitaplarında görmedikleri, bulmadıkları bir kaideye uymayan her ileri gidişin önüne dikilmişlerdir.
Yurttaş kanını, Türk kanını Türk'e döktürmek için "helal ve heder" sayan, fetva veren teker sarıklı Şeyhülislâm'ın zalim ve melun fetvalarını unutmadık sanırım.
Kamalizm ise, tam bir ergişliğin bütün istediklerini toplıyarak ulusu amacına yönelten bir din olmasına göre ne savsacı bir siyasa, ne oportun gündelik, bir yönetge gütmez ve güttürmez.
Osmanlı adı verilen yapmacık ve karmakarışık soyların topluluğu sanılan bir sosyete vardı. Orada, dini, dili, kültürü, ülküsü ayrı adamlar yaşıyordu. Burada yurdu, her ayrı soy kendi adına alıyordu. Devletin adı da Osmanlı idi. Son asra doğru bu toplulukta bir takım kıpırdayışlar oldu. Türkten ve İslam dinine inananlardan başkaIarı kendileri için birer yol çizdiler, yürüdüler. Ötede İslam dininde olanlarda ise Türkten başka olanlar da yine daha başka yollarda kültürlerini bularak bir ayrılış atılışı gösterdiler. Ortada kimsesiz ancak
Türk kaldı.
Türkler arasında salt dinsel bağın sosyeteyi ve devleti tutamıyacağını anlıyan ışıklar çıktı. Bunlar osmanlıcı, İslamcı, olmak üzere bir yol tutmayı ve yeniliği de ancak, bu boyaları vurarak almağı düşündüler. Batı soysallığına karşı bir gönül akışı, bir fikir uyanışı var idisede bir türlü Osmanlıcılıktan ayrılamadıkları için her hareket yapmacık oluyor, devletin düzenli gitmesine yol kalmıyordu. Bunların ilk hareketleri devletin alabildiğine gidişinde bir gem vurabilmek denemesi oldu.