Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mustafa Özgen

9.0/10
3 Kişi
19
Okunma
2
Beğeni
812
Görüntülenme

Mustafa Özgen Gönderileri

Mustafa Özgen kitaplarını, Mustafa Özgen sözleri ve alıntılarını, Mustafa Özgen yazarlarını, Mustafa Özgen yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kısacası İmam Mâtürîdî siyasî entrikalardan uzak bir ilim merkezi olan Semerkand'da kendini ilme vermiş, tek başına nakli kullanmanın doğuracağı sıkıntıları sezmiş ve aklın dinde kullanılabileceği en uygun yöntemi başarmış bir kişidir68. Daha açık bir anlatımla nakli akıl süzgecinden geçirerek ve semantik çözümlemeler yaparak kullanmış bir bilgindir. Üstelik o, diğer mezhep mensuplarının kullanmış olduğu aynı âyetlerden hareketle, fakat daha derin analizler ve semantik bir yöntemle konuyu anlaşılır ve kabul edilebilir bir biçimde aklileştirmeye (rasyonalize) çalışmıştır.
Mutezile'nin İslam düşüncesinde aklı en çok kullanan grup olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır ancak Mâtürîdî'nin “Kitâbü'tTevhîd'i incelendiğinde durumun farklı olduğu görülecektir. Mâtürîdî zamanına kadar yazılan ve bize ulaşan Mutezilî kaynaklardaki aklî temellendirmeler, Mâtürîdî'nin "Kitabü't-Tevhîd"inde dile getirilenlerin yanında oldukça cılız kalmaktadır.
Reklam
Ehl-i sünnet âlimleri, akıllarıyla kavrasın veya kavramasınlar, şeri hükümlerin hepsini kabul ederler. Kabir azabı, Münker ve Nekir'in suali, Sırât, Mizan gibi aklın idrak edemediği şeylerin nasıl olduklarını kavrayamadıkları gerekçesiyle reddedip inkâra kalkışmazlar. O büyük zatlar, Kitap ve sünneti rehber kabul edip aklı onlara tabi kılarlar. (Dini emirleri) anlayabilirlerse ne güzel. Anlayamazlarsa yine kabul eder, anlayamadıklarını kendi anlayış noksanlığına bağlarlar. Onlar, diğer insanlar gibi akıllarıyla anlayabildiklerini kabul edip, anlayamadıklarını reddetmek gibi bir tavır sergilemezler. Aklın Allah Teâlâ'nın razı olup olmadığı şeyleri kavrayamadığı için peygamberlerin (as) gönderildiği bilinmiyor mu? Akıl bir dereceye kadar huccettir (delil) ama sağlam değildir. Sağlam delil (huccet-i baliğa) ancak peygamberlerin gönderilmesi (biset) ile tamam olur. Allah Teâlâ, “...Biz bir rasül göndermedikçe azap da etmeyiz”buyurmaktadır 1088 Hakikaten insanın kabir alemini ve oradaki soru, nimet veya azap gibi şeyleri hissedememesi onu inkâr etmesini icap etmez. Nitekim Hz. Peygamber'e (sav) meleğin geldiğini görmedikleri halde ashaptan her biri meleğin varlığına iman etmişlerdi.'*99 Aslında duyularla algılanamayan şeyleri inkâr etmek Allah'ın her şeye gücünün yeteceğini kabul edememekten kaynaklanan bir hatadır. Allah'ın gücünün yetmeyeceği bir şeyin olmayacağına inanan mümin, duyularıyla hissetmese ve mahiyetini kavramasa bile, Hz. Peygamber'in (sav) varlığından bahsettiği hiçbir şeyi inkâr etmesi mümkün değildir.
İmâm-ı Rabbâni, asi ve şerli insanlara Allah'ın izniyle bazı salih ve hayırlı kişilerin şefaat edebileceğine inanır.Ancak bu izin hususundaki hassasiyetini ortaya koyması bakımından onun şefaat edecek zatlar hakkında ortaya koyduğu şu ölçüyü de aktarmak istiyoruz: Kurtuluş yolu, itikat ve amelde Şeriat Sahibi'ne (sav) tabi olmaktır. Üstaz ve şeyh, şeriata giden yolu göstermek ve bereketleriyle itikadi ve ameli mevzularda kolaylık ve rahatlığa vesile olmak için gereklidirler. Yoksa müritler istediklerini yapsınlar, dilediklerini yesinler sonra da şeyhleri onları cehennemden kurtaran perde olsun ve kendilerinden azabı kaldırsın diye araya girmezler. Bu düşünce kuru bir temenniden ibarettir. Orada Allah Teâlâ'nın izni olmadan kimse şefâat edemez. Rab'bin razı olduğu insanlar zümresinden olmayanlara da şefâat edilmez. Allah'ın rızasına ancak şeriatın gerekleri ile amel etmekle erilir. Bu durumda insan olmanın bir neticesi olarak insandan bir zelle sâdır olursa, şefaatle telâfi edilmesi mümkün olur.1992
İmâm-ı Rabbâni, itikat bozukluğunun insanı dinden çıkarıp ebedi ölüme götürmesinden endişe eder. Ona göre, zaruri itikadi meselelerden birinde yanlış inanca sahip olanların cehennem azabından kurtulması mümkün değildir. Tövbe edilmeyen bozuk itikadın oluşturduğu kiri ancak cehennem ateşi temizler. İtikadı bozuk olanlar tövbe etmediği takdirde, geçici de olsa mutlaka cehennem azabını göreceklerdir. Bozuk itikat küfür veya şirk seviyesine geldiğinde ise hiçbir şekilde azaptan kurtulamayacak, ebedi olarak cezalanacaktır. “Allah kendine şirk koşanları mağfiret etmez. Onun dışındakileri mağfiret eder.”953 mealindeki ayet-i celile buna şahittir. Dolayısıyla İmâm-ı Rabbâni, Ehl-i sünnet dairesinde kalmak isteyen Müslüman'ın Allah'ın zat, sıfat ve fiilleri ile alakalı meselelerde itikadını düzgün tutmasını tavsiye eder. Ayrıca haşır, neşir, ahiret azap ve sevabı başta olmak üzere Kur'ân-ı Kerim ve sünnetle bildirilen (sem'i) meselelerin hepsinin hak olduğuna inanıp tersine ihtimal vermemeye ayrı bir ehemmiyet atfeder.” Bunu başarabilenlerin bazı keşf-ü keramet gibi manevi hal ve makamları görürse şükretmesini, yoksa üzülmemesini tavsiye eder.953
İmâm-ı Rabbâni'ye göre sünnete uygun yaşamak, dünya ve ahiret saadetinin teminatı olan her türlü manevi kazancın sermayesidir. Sünnete uygun olmayan manevi/tasavvufi vecd, hal ve ilhamlar ise yarım arpa bile etmez.”* Hz. Peygamber'e (sav) tabi olmanın bir zerresi bile dünya ve ahiret lezzetlerinin hepsinden üstündür. Sıddıklar da dâhil olmak üzere herkes, sünnete tabi olmaya mecburdur. Yoksa her şey batıl bir vehim ve fasit bir hayaldir.” Dolayısıyla sünnete uygun yaşamayan kişi zarardadır.* Kelâm âlimleri, inanç esaslarını akli delillerle isbat etmeye çalıştıkları halde dinin namaz abdest gibi ameli yanıyla fazla ilgilenmedikler için onlara göre sünnet, Hz. Peygamber'in (sav) düşünce ve inançlarıdır, sahabenin Hz. Rasül-ü Ekrem'den (sav) alıp takip ettiği anlayış çizgisidir. Sünnet üzere olmak ise İslami bakımdan övülecek düşünce ve inançta olmayı ifade eder.** Kelâmi meseleleri tasavvufi zeminde ele alan Imâm-ı Rabbâni dini en mükemmel şekliyle yaşayıp ahiret azabından kurtuluş sermayesini üç madde halinde hulasa eder. O da temele itikadı koyar ve onun Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşüne göre düzgün tutulmasını şart görür.” İtikadın üstüne amelleri, onların üstüne fikir ve zikri koyar.”*“
Reklam
Bir başka mektubunda aynı meseleyi şöyle dile getirmişti; Mükellef insana vacip olan ilk zorunluluk, Ehl-i sünnet ve'l-cemâatin görüşleri istikametinde düzgün itikad sahibi olmaktır. Zira uhrevi kurtuluş bu büyüklere tâbi olmaya bağlıdır. Kurtulacak fırka onların kendileri ve onlara uyanlardır. Zira onlar Hz. Peygamber'in ve ashabının yolunda gidenlerdir. Bu büyüklerin kitap ve sünnetten çıkardıkları, muteber ilimlerdir. Çünkü her bid'atçi ve sapık, kitap ve sünnetten kendi bozuk düşünceleri istikametinde bozuk inançlar çıkarırlar. Dolayısıyla Kitap ve sünnetten alınan her mana müteber değildir.... ... Allah korusun- zarüri olan itikadi meselelerden birinde bir bozukluk olursa ahiretteki kurtuluştan ebedi mahrum kalınır. Hâlbuki ibadetler (amel) ile alâkalı olanlar öyle değildir. Zira onlardaki gevşekliğin tövbesiz bile olsa affedilip müsamaha gösterilmesi umulur. Onlara ceza verilse bile, sonunda kurtulurlar. İşin aslı itikâdı düzeltmeye bağlıdır. Hoca Ahrâr'ın (ks) şöyle dediği nakledilir: “Bize ahvâl ve mevacidin tamamı verilse de içimiz Ehl-i sünnet ve'l-cemâatin inançları ile süslenmese, onu desteksiz bırakılmaktan (hızlandan) başka bir şey kabul etmeyiz. Ancak kusür ve noksanların tamamı bizde toplansa da içimiz Ehl-i sünnet ve'l-cemâatin inançları istikametinde düzgün olsa bunda hiçbir zarar ve ziyan görmeyiz.(İmam Rabbani,Mektubat,1.164,mektub,193)
Ayrıca İmâm-ı Rabbâni'nin tekfir bir tarafa, insanların kötülüklerini saymanın bir fazilet olmadığını ısrarla belirtmesi, bu mevzudaki hassasiyetini ortaya koymaktadır. O, dini hükümler içinde mesela Ebü Cehil ve Ebü Leheb gibi Hz. Rasülüllah'ın (sav) açık düşmanları hakkında bile kötü şeyler söyleyip onlara dil uzatmakta ibadet ve keramet sayılacak bir şey bildirilmediğini kaydeder. Kâfirler hakkında kötü şeyler söyleyip durmaktansa onların kendilerinden ve hallerinden yüz çevirmeyi (teberri) tercih eder. Bunun insanın kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmasından daha sağlıklı bir davranış olduğunu belirtir. Bu düsturu Kur'ân-ı Kerimdeki, “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz onların yaptıklarından mesul olmayacaksınız.”816 ayetine bağlar.817 ---- 817. İmâm-ı Rabbâni, Mektübât, 1, 68, mektub, 54; 1, 231, mektub. 251; 1, 276, mektub. 266. iç İmâm-ı Rabbâni, Mektübât, |, 68, mektub. 81) Bakara, 2/141. İmâm-ı Rabbâni, Mektübât, Il, 149, mektüb. 96.
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.