Necatibey İlkokulu (1936), İzmit Merkez Ortaokulu (1939), İzmit Akşam Ticaret Lisesi (1963) mezunu. Uzun yıllar Devlet
Demiryolları'nda memurluk ve istasyon şeiği; Eylül 1955’te İzmit SEKA Selüloz ve Kağıt İşletmesinde kütüphane memuru olarak girdi. Ankara’da Millî Kütüphanede staj yaparak SEKA’daki kitapları işleyerek düzenli bir kitaplık kurdu. 21 Haziran 1956’da Seka Postası’nın ilk sayısını yayımladı. Daha sonra sırayla Sosyal İşler Şef Muavini, Yayın ve Kütüphane Şe, Matbaa Şe, Basın ve Dış İlişkiler Şe ve Basın Müşaviri görevlerini sürdürdü. On yıl Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı, beş yıl İzmit Belediye Meclisi ve Daimi Encümeni Üyeliği yaptı. Naci Girginsoy, “Günlerden Pazar” adlı ilk öyküsünü Ankara’da yayımlanan Kaynak dergisi için 1950 yılında yazdı. Aynı yıl dergide yayımlanan bir öyküsüne Nurullah Ataç birincilik oyu verdi. Fıkra yazıları İzmit’te kendi çıkardığı Bizim Şehir gazetesinde, yayın müdürlüğünü yaptığı Seka Postası’nda (1956-1982), ayrıca Türk Yolu gazetesinde, eleştiri ve hikâyeleri en çok Varlık dergisinde yayımlandı. Türk Avrupa Derneğinin inceleme, Varlık dergisinin eleştiri (1954), Türk Hava Kurumunun makale (1959), Tercüman
(1966) ve Son Havadis (1973) gazetelerinin öykü yarışmalarında birincilik, Akbaba Dergisi Yusuf Ziya Ortaç Gülmece Öyküsü
Yarışmasında (1981) mansiyon aldı. Dünya Yazarlar Sözlüğü’ne, Başlangıcından Bu Yana Türk Yazarları Sözlüğü’ne ve çeşitli
antolojilere girdi.
Belirli basın kuruluşları yanında UNESCO’ya bağlı Aturjet’in Türkiye Turizm Yazarları ve Gazeteciler Derneği Onur
Üyesiydi. Hayatının bir bölümünü geçirdiği, aynı zamanda vefat ettiği şehir olan İzmit’in Ömerağa Mahallesinde bir sokağa Naci
Girginsoy Sokağı adı verilmiştir.
Senden sonra ancak anlaşılır
İnsanoğluna öğretilen yalanlar
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu her şeyin
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir
Ne zaman çiçeğe, yeşile durdu tüm ağaçlar; güller açtı da dökülüyor? Salt aş uğruna sabah akşam git gellerdeki o anlamsız koşturmaca da, gözünü aç kapa yitiveriyor güzellikler, yaşamı da beraberinde alıp. Geç kalıyoruz hep, ardından bakakalıyoruz. “Bahara bir ulaşsak, diyordum, ilk yaza bir varsak” kış boyu karanlık sabahlar, katran karası akşamlar, geceler. Patlama anında ki o ilk tomurcuğu, ilk rengi, ilk kokuyu, bir avuççuk mavi gökyüzünü düşledim durdum. Bir yaşama direnci, bir umut. Yağmur da siyah yağıyordu, karda içimize. Olaylarla, gazete manşetleri ile gencecik kanlı resimlerle, çamur rengi gökyüzüne bulaşıp göz oluklarımızdan, sinir uçlarımıza çarpan silme karamsarlık, yaşama uzak yaşama küskün. Bahar geliverdi işte, ardından ilk yaz. İçimiz kışlamışsa bizim, tek bir mevsim kalmışsa bakışlarımızda, ne etsin doğa bize. Kolumuz kanadımız kırılmış bir kez. Uzanamıyoruz çiçeğe, ağaca, kuşa, denize. Yaşasın çocuklar, uçurtmaları salıvermişler, düşleriyle mavi gökyüzüne. Baharyeli okşuyor saçlarını, gökyüzünde açan çocuksu ilk yaz çiçeklerini. Bir bacaksız ağlıyor, bekleşip duruyor elektrik direği altında. Uçurtması tele takılmış. Gelip geçen büyüklere bakıyor, bir çözüm yolu bulurlar elbet, parçalanmadan uçurtması. Büyükler görmeden bakmadan geçip gidiyorlar, suratsız. Kendi sorun yumaklarını çözememişler. Bırakmışlar kendilerini de, sorunlarını da olayların akışına.
…
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket
Sütlü mısırların kebap edildiği
Kebap mısır kokusu küllü ateş
Yarı olmuş mısır koçanlarının mor püskülünde akşam