Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ömer Bozkurt

Ömer BozkurtHer Yere Uzak Topraklar yazarı
Yazar
Çevirmen
Editör
9.6/10
5 Kişi
15
Okunma
3
Beğeni
2.066
Görüntülenme

Hakkında

Ömer Bozkurt (d. 1943, İstanbul), Kamu Yönetimi profesörü, yazar. Üsküdar'da doğdu. Galatasaray lisesi ile Paris üniversitesini bitirdi. 1971 Yılında Ayrımsal Sosyoloji ve Toplumsal Yapı başlıklı teziyle sosyoloji doktorasını İstanbul ile Atatürk (Erzurum) üniversitelerinde verdi. 1979 Yılında Memurlar, Türkiye'de Kamu Bürokrasisinin Sosyolojik Görünümü başlıklı teziyle doçentliğe yükseldi. 1988'den bu yana, TODAIE (Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü)'nde Kamu Yönetimi profesörü olarak görev yapmaktadır. Sosyoloji kuramı, Yönetim Sosyolojisi, Sanat Kurumları Yönetimi ve Avrupa Birliği konularında çok sayıda kitap ve kısa yazıları, ayrıca yabancı yazarlardan çevirileri vardır. International review of Administrative Sciences (Uluslararası Yönetim Bilimleri Dergisi)'nin yayın kurulu üyesidir. İşi dışında, coğrafya ile yolculuk yazınına katkılarıyla tanınır. Bu alanda, Claude Levi-Strauss'un Hüzünlü Dönenceler, (Yapı Kredi Yayınları 3. Baskı, 2000), Jean-Paul Kauffmann'ın Kerguelen Adalarındaki Kemer (Yapı Kredi Yayınları 1997) adlı yapıtlarını çevirmiş, gezi dergilerinde yolculuk yazıları yayınlamıştır. Kutup Toprağı Svalbard konulu bir fotoğraf sergisi açmıştır (Milli Piyango Sanat Galerisi, Ankara 1988). TÜBİTAK'ça 2004 Mayıs'ında yayımlanan, Kerguelen Adalarına yolculuğu ve adaları anlatan Her Yere Uzak Topraklar adlı yapıtın yazarıdır.
Unvan:
Kamu Yönetimi Profesörü, Yazar
Doğum:
İstanbul, Türkiye, 1943

Okurlar

3 okur beğendi.
15 okur okudu.
9 okur okuyacak.
Reklam

Editörlük Yaptığı Kitaplar

Tümünü Gör

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Reklam
Marcel, ahlaki anlamda bağlanmanın en somut örneği olarak sadakat fiilini gösterir. Ona göre “Sadakat, bir insanın ahlaki yapılanması açısından vazgeçilemez bir etik şifredir.” Bu şifrenin yanlış anlamlandınimaları, ona değer kaybettirmiştir. Bu değeri tekrar bulmamızı sağlayacak olan soru, “Kime sadık olacağız.” sorusudur. Belki de gerçek sadakat, asıl mecburiyetimin kendimi gerçekleştirmek olduğu düşünülürse yalnızca kendime olan sadakattir. Kendime olan sadakat, kendi varoluşuma ya da kendi aktlarıma ya da tam da kendi bağlanmama olan sadakat demektir. Çünkü sadakat, deruni bir eğilimin davranışa dönüşmesidir.
Fulya BayraktarKitabı okudu
Hayata anlam vererek onu değerli kılmak, insanın kendisine, hayatına erekler koyması ile olanaklıdır. 'Erek'ler diyorum, bilerek 'erek' demiyorum. Erek tek olursa hele de somut bir şey olursa ona erişilince hayat yine anlamsız kalır. Vaktiyle bir genci tanımıştım, bütün gayesi bir Alfa Romeo'ya sahip olmaktı. Oldu da Sonra arabasıyla intihar gibi bir kazada öldü. Hayatta hiçbir gayesi kalmamıştı. Oysa erekler çok olunca, biri gerçekleşir, digerinin ardından gidilir. Bu da yaşam boyu sürer. Demek ki erekler koymak suretiyle yaşamın değerlendirilmesi, haklılaştırılması gerek.
Sayfa 25 - Ömer Naci SoykanKitabı okudu
Felsefe aklın eseri olduğuna göre akıl her zaman doğruyu bulabilir mi? Descartes'ın tahlillerine itibar edersek akıl her zaman doğruyu bulamaz. Hele hele yine onun tabiriyle “müşrik akıl yani “vahiy nuruyla aydınlanmamış akıl” olursa. Tıpkı Seneca'nın Mesut Hayat adlı eserinde olduğu gibi. Descartes İsveç Kraliçesi Elizabet'e yazdığı ahlak mektuplarında Seneca'nın adı geçen kitabını tanıtırken filozofun birtakım hakikatleri doğru tespit etmiş olmasına rağmen birçok hakikatleri göremediğini söyler çünkü der, onun aklı iman nuruyla aydınlanmamış müşrik bir akıl idi.
Sayfa 29 - Süleyman Hayri BolayKitabı okudu
Felsefenin insanlara, özellikle felsefecilere 'hoşgörü' verdiği söylenir Buna doğrudur, denebilir. Ama doğru olmadığı zamanlar da var. Neden? Çünkü her felsefecide bu hoşgörüye rastlamak mümkün olmamaktadır. Felsefe bazı insanlara ve filozoflara hoşgörü verebilir? O da her felsefeciye değil. Halktan kimselere hiç değil. Herkese ve özellikle filozofa hoşgöru verebilseydi, John Locke Batı'da ilk defa görülen lüzum üzerine yazdığı Tolerans Üzerine adlı risalesinde “Mahkemede Katoliklerin ve ateistlerin şahitlikleri kabul edilmez.” diye yazmazdı. Sartre Aşkın varlığı temele aldığı için K. Jaspers'e 'kadavra' demezdi. Karl Popper doksan yaşında kendisini tenkit eden genç bir felsefeciyi herkesin önünde bastonla dövmezdi. Aynı Karl Popper Açık Toplum ve Düşmanları'nda Eflatun, Hegel, Marks, Fichte ve benzerlerine bir filozofa değil herhangi birisine bile yakışmaya ağır hakaretler ve küfürler savurmazdı. Hatta Bertrand Russel da İlimden Beklediklerimiz adlı kitabında Eflatun'a hakarette Popper'den geri kalmazdı.
Sayfa 31 - Süleyman Hayri BolayKitabı okudu
“Kendini dışa kapayan, gözü kendisinden başka hiçbir şey görmeyen bir ben, başka 'ben'lerle içten bir bağ kuramaz. Böyle bir bağ kurmadıkça da ben için bir sen yoktur. Sen diye bir varoluştan söz etmek için kendini bağlayan bir 'ben'e gerek vardır, 'sen'den söz ediliyorsa bu böyle bir 'ben'den ötürü, böylesi bir 'ben'in yönelişinden, kendini verişinden ötürüdür.”
Sayfa 54 - Fulya BayraktarKitabı okudu
Reklam
Henüz kayıt yok

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok