Biraz uygarlaşmış Müslüman dışında Müslümanlar namus ve fazilet bakımından Doğulu Hristiyanlardan çok üstündür. Müslümanlar özel hayatlarında daima şerefli ve dürüsttür.
1908'de Filistin Yahudi nüfusu 1882'dekinin üç misline, 80 bine çıktı. Aynı sürede 259 kilometrekare arazi satın almış ve 36 yerleşme yeri kurmuşlardı...
Avrupa’yı 5-14. Yüzyıllar arasında gerici bir yapı içerisine sıkıştıran Orta Çağından kurtaran ve Rönesans’ı arkasından da Reform’u başarıya ulaştıran ögelerin başında basımevi ve ürünleri gelir.
Abdülhamit Kutsal Topraklara yabancı ayağının basmaması için özel dikkat göstermiş ve yerli uzmanlar yetiştirilmesini sağlamıştır. Böylece, o zamana kadar demiryolu inşaatı uzmanı bulunmayan toplumumuz ilk teknisyenlerini kazanmış ve bunlar Cumhuriyet dönemindeki “ülkeyi demirağlarla örme” çabasının öncüleri olmuşlardır.
"Londra için Ortadoğu'da kilidi, Arap İsyanı açabilecektir. Ancak, başarı; isyana bütün Osmanlı Arap nüfusunun katılması ile ingilizler'in Mısır'dan hareketla, Emir Hüseyin'e lojistik destek vermelerine bağlıdır. Oysa ki, teşebbüsleri akim kalsa da Türkler, kanal taaruzlarıyla, İngilizler'i Mısır'a hapsetmişlerdir.
Ümit, Londra için, yok gibidir. Ta ki, Aaronsohn diye biri Filistin'deki Siyonistleri İngilizlerin savaş alanlarına katılmaya çağırıncaya kadar!.."
Batılıların propagandadaki üstünlükleri, bizim ise zayıflığımızın etkisi ve uzun süre siyasi ve tarihi olaylara resmi tez dışında yaklaşımların hoşgörüyle karşılanmaması bu konuda orijinal çalışmalar üretmemizi engelledi.
Cahil saray ortamında büyüyen Abdülhamid'in, cin ve şeytan etkilerine önem verdiği görülür, ancak bunun kişisel ruhi rahatlama sağlamanın dışında politikasına ve icraatına bir etkisi olduğunu söylemek olanaksızdır. Orada akılcı ve hesapçıdır.
Abdülhamid'in hayranları onun Kanun-i Esasi'ye aykırı hiçbir eylemde bulunmadığını söylerler. Doğrudur. Gerçekte Abdülhamid'i Abdülhamid yapan bu Kanun-i Esasi'dir. O parlamentoyu'da kaldırmamıştır; aynı kanunun kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak onu sadece "tatil" etmiştir. Parlamentonun yeniden çağrılması ve açılması için kanun onu bir koşulla bağlamıştı.
Abdülhamit, ülke içinde tartışma yapılmasına kar şıydı, hatta kendisinin savunulmasına bile. Whitman'in anılarında buna dair ilginç bir örnek vardır:
Bir keresinde yakın tanıdığım bir paşa, sultanın hilafet üzerin deki iddiasını savunan ateşli bir makale kaleme almıştı. Herhalde böylelikle bağlılığının kanıtını verdiğini sanıyor ve belki de karşılığında bazı teşekkür ödülleri bekliyordu. Saraya çağırılıp, sultanın katiplerinden biri tarafından soğuk şekilde karşılanınca şaşkınlığı büyük oldu. Kâtip onu kenara çekip, dışarıda parlamakta olan güneşi pencereden göstererek dedi ki: 'Güneşi görüyor musun?.. İşte orada!.. Varlığını ispatlamak için gerekçeye gerek yok. Sultanın hilafeti de böyledir. Ne gösteriye ne de savunmaya gereksinimi vardır. Zat-ı Şahane bir daha hilafet hakkında yazmanızı arzu etmiyor.