sosyoloji sayesinde de sosyal yaşamın en karışık ve en karanlık sorunlarını aydınlatarak ve açıklayarak gelecek yolculuğunu öylece emniyete almak mümkün !
“ Sosyal sorunlara dair bugün bizde de birçok makaleler ve bazı eserler yayınlanmaya başlandıysa da bunların hiçbirinde sosyolojiye hak ettiği yerin verilmediğini görüyoruz. “
Batı uygarlığını doğuran yapı ; özel hayatı, yönetim hayatının, devletin koruyuculuğu, gözcülüğü ve baskısı altında bulunduran "bütüncü" akımın değil, tersine, yönetim hayatını, özel hayatın gözcülüğü altında bulunduran "bireyci" akımın ürünüdür."
Tanzimat döneminde 1789 devrimi parolası olan özgürlük, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar, bir kutsallık kazanmış ve bu akış içinde yetişen genç Osmanlı aydınları, İmparatorluğu kurtaracak yolun eşitlik ve özgürlük yolu olduğu, bütün kötülüklerin temelinde "istibdat idaresi" nin bulunduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Avrupalılar, biz Osmanlıları XVII. yüzyılda barbarlar ve XVIII. yüzyılda âciz insanlar olmakla suçlamışlar, XIX. yüzyılda ise ölüm hâlindeki bir hasta gibi görmüşlerdir.
Prens Sabahaddin'in, II. Abdülhamid'e sonra da İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne cesaretle muhalefet etmesi, Milli Mücadeleyi desteklemesi, günümüzde hala tartışılmakta olan siyasal ve toplumsal fikirleriyle siyaset ve düşünce tarihimizde özel bir yeri vardır.
Prens Sabahaddin, ... Osmanlı Devleti'nin çöküşünü, ... zümrelerin egemen olduğu bir toplum olmasıyla açıkladı, merkezi otoriteye karşı ve kişisel girişimciliğe destek veren bir yaklaşımı savundu.
Bütüncü yapıya bağlı olan İspanya ile iki yapının karıştığı Fransa'da din, yönetim erkini ele geçirmeğe yarar bir sosyal araç, bir baskı aracı şeklinde ortaya çıktığı halde, bireyci yapıda olan Amerika'da özellikle bir eğitim etkeni, bir vicdan dayanağı oluyor.
Merkezdışıcılık, işlerin özelliklerine göre yönetim erkinin bölünmesi, yani her belli sorumluluğa karşılık bir yetkinin ortaya çıkması ;
Merkezcilikse, işlerin karıştırılması, sorumluluğun belli bir yetkiye karşılık olamamasıdır.
Bu yüzden hükümdarın saltanatıyla, ulusun egemenliği bir yoldan yürüyerek aynı sonuca varıyor: "istibdat" ... "çöküş" ...
Sorun, egemenliğin bir kişi ya da toplumun bütün bireyleri adına bir meclis yoluyla yürütülmesinde değil, güç ve egemenliğin bir "cemaat" elinde toplanmasında. Yönetim hayatının özel hayatı uğursuz baskısı altına almış bulunmasındadır.
...yönetim hayatında gerçek bir gelişme meydana getiren merkezdışı'cılık. İngilizler bunu, dillerine özgü olan kesin bir deyimle "self-gouvernment" diye adlandırıyorlar
Özel hayatımızın düzenlenmesi ve sağlamlaştırılması ise; toplumumuzda, yükselmek, isteyenlerin bunu, şimdiye kadar olduğu gibi, yönetim erkini ele geçirmekte değil, belki üretim alanında kazanılacak bağımsız mevkilerde aramasına ve o yeteneği edinmesine bağlı bulunuyor.