Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rahmi Apak

8.5/10
7 Kişi
17
Okunma
6
Beğeni
1.532
Görüntülenme

Rahmi Apak Sözleri ve Alıntıları

Rahmi Apak sözleri ve alıntılarını, Rahmi Apak kitap alıntılarını, Rahmi Apak en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Biz mebusuz
İnegöl'e dönünce bana şöyle, zevkli bir hikaye anlattılar. Bölüğün erleri arasına dağılmış olan bu saylavlar, giyim, kuşam mükemmelliği, silah ve cephane bolluğu bakımından mehmetçiklerin dikkatini çektiğinden, muharebe esnasında mehmetçiklerden birisi, mebuslardan birisine: "Hemşeri siz kimsiniz, nerelisiniz, nereden geldiniz?" diye sormuş. Saylav arkadaşımız da: "Hemşeri biz gönüllü geldik, biz mebusuz" demiş. Bu sözden birşey anlamayan mehmetçik: "Ya, siz hangi mahpustan çıktınız?" diye tekrarlamış. Kırk yıldan, 1876'dan beri kullanılan bu mebus kelimesinin manasını halk öğrenememiş demek
Ayıcı Arifin sigara tiryakisi ayısı
Bir gün, öğle zamanı Pazarcık'ta dolaşırken ayıya yaklaştım. İçmekte olduğum sigaranın dumanını ayının bumuna üfledim. Ayı sigara dumanından kaçmadı. Burnunu dumana yaklaştırarak koklamaya ve bir rahavet homurtusu yapmaya başladı. Hayret ettim. Kırk yıllık tiryaki gibi sigara dumanından zevk alıyordu. Tekrar üfledim, tekrar zevklendi ve üçüncü defa üflerken ayı birdenbire yüzüme bir şamar attı, fakat atik davrandığımdan şamarı boşa gitti. Bu esnada, Arif Bey'in yaklaşmakta olduğunu görünce: "Kumandanım senin ayı sigara tiryakisi, sigara dumanından çok haz ediyor" dedim. Bu sözüm üzerine Arif Bey bir sigara yaktı ve ayıya yaklaştı. Ben, ne olur ne olmaz diyerek ayrıldım ve büroma gittim. Yarım saat sonra Arif Bey yüzü gözü sarılı olarak odama geldi: ''Hayrola kumandanım, geçmiş olsun, yüzünüze ne oldu?" deyince Arif bey küskün küskün: "Evet senin marifetin, hani ayı sigara dumanından haz ederdi? İkinci defa nefesi üflediğim zaman suratıma öyle bir şamar attı ki yüzümü gözümü yırttı" dedi.
Reklam
Fahreddin Paşa
Burada yazmaksızın geçemeyeceğim iki zattan bahsedeceğim. Birisi Şeyhülislam Hayri Efendi'dir. İngilizler, onu yoklamaya çıkmak mecburiyetinden istisna etmişlerdi. Diğeri ise Medine müdafaasında esir olan Fahri Paşa' dır. Yoklamaya çıkmayı reddetti. Kendisini zorla oraya götürmek isteyen İngiliz subayına da göğsünü açarak: "İtaat etmiyorum, geliniz, süngülerinizi batırınız" diye bağırdı. Bu kahraman General yoklamaya çıkarılamadı.
Bulgar ordusunun Dedeağaç katliamı
Bulgarların Dedeağaç'ta yapmış oldukları kıyım ve vahşet hakkında onlardan işittiklerimi bu kitapta yazmamak noksanlık olacak. Şehre ilk önce Bulgar komitacıları girmişler ve o gece Dedeağaç'ta yedi sekiz yüz erkek, kadın ve çocuk öldürmüşler. Dedeağaç'ta yalnız üç yüz hane kadar Türk vardı. Nüfusun dörtte üçü Rumdu. Rumlar zengin ve kültür bakımından ileri kimselerdi. Rum mahallesinde oturan Türkler ilk gece Bulgar komitacılarının taarruzuna uğramamışlar. Fakat ertesi sabah bazı Dedeağaçlı Ermeniler bu Türklerin de evlerini Bulgarlara göstermişler ve yağmacılık ettirmişlerdi.
Gayri medeni silah
Bizim tümen Klıt cephesinden alınarak aşağıdan yani güneyden gelen İngilizleri karşılamak üzere gönderildiği zaman, Küt karşısında kalan birliklerimiz, Bağdat'ta hükümet konağı önünde durmakta olan ve zannedersem 46 santimetre çapındaki, Sultan :V1urat zamanından kalma eski topu cepheye getirmişler. Bunun dört adet içi boş demir güllesi varmış. Bu yuvarlak gülleleri kara barut ve demir parçaları ile doldurarak ve bir de fitil takarak İngiliz siperlerine atmışlar. Müthiş gürültü yapmış. İngilizler Cenevre Antlaşması'na aykırı gayri medeni silah kullanıyormuşuz diye protesto etmişler. Bunu sonradan bir arkadaştan dinlemiştim
Almanya'nın Türkiye'yi savaşa sokma hevesine dair
Almanlar, Müslüman Türkiye'nin İslam alemi Üzerindeki tesirinden maada Rusya'da yaşayan otuz kırk milyon Türk'ün maddi ve manevi yardımlarından dahi ümit beklediklerinden, Kuzey İrlanda ve Türkistan bölgelerinde Ruslara güçlük çıkaracak hareketlerin icrasına Türkiye'yi teşvik ediyorlar. Hem Panturanizm ve hem de Panislamizm hülyaları içinde yaşayan ittihatçılar ise böyle sergüzeştlere girmek için yanıp tutuşuyorlardı.
Reklam
Dizi olmayan Abdülhamid dönemi
“Türk polisi, bir yabancı vapura kara sularımızda bile giremezdi. İstanbul''dan kaçmak isteyenler, bir cani bile olsa, bir yabancı vapura kapağı attığında hükümet bunu vapurdan alamazdı… Beyoğlu''nda dükkân ve mağazaların tabelaları Fransızca idi… Demiryollarında resmi dil Fransızca idi. İşte, kendi öz yurdumuzda gördüğümüz bu aşağılık manzara yüreğimizi yakıyordu…”
Türk askerine maaşın yetmediğine dair
Türkiye'ye dönünce, artık küçülmüş ve perişan olmuş bir memlekette orduda iş görülmeyeceği için herkes geçimini sağlayacak yeni bir meslek seçimi fikrini ortaya atardı. Bu arada Mareşal Fevzi Çakmak dahi, İstanbul şehri kenarında bir yerde bir ahır tedarik edilerek Kırım ineklerini getirtip, sütçülük yapmak düşüncesini ileri sürerdi ve orada kendisi ile ortak olacak arkadaşlarını bile sağlamıştı.
Ferit Bey Tepesi
Rusların yediği dayaktan sonra bir hafta geçmedi, bütün cephemiz boyunca, üstün kuvvetlerle yeni bir saldırışa başladılar. Topçu kuvvetlerinin de arttığı görülüyordu. Bizim tümene de iki sahra bataryası eklenmişti. Bir de öküzle çekilir adi ateşli ve eski Rus harbinden kalma grup bataryamız vardı. Bu bataryanın Kumandanı da Bağdatlı Yüzbaşı Ferit idi. Yüzbaşı Ferit'in bataryası ileri mevzide yerleşmişti. Ruslar bu bataryanın yerini çabuk buldular. Çünkü batarya örtülü ve endirekt atış yapamıyordu. Topları meydanda idi. Seri ateşli iki Rus bataryası bu bataryamızı müthiş bir yok etme ateşi altına aldılar. Kahraman Ferit Bey bu kalkansız topların başından ayrılmadı ve ateş kesmedi. Halbuki bu kadarına da lüzum yoktu. Bir anda bir Rus güllesi Ferit Bey'in yanında bulunduğu topun ağzında patladı ve topun yedek cephaneleri tutuştu ve Ferit Bey kendi topunun başında alevler içinde yandı. Biz, o zaman, Bulanık gerisindeki bu sırtın adını Ferit Bey Tepesi koyduk ve kurway haritalarına da böylece işaret edilmesini Müdafaa Vekaletine yazdık.
Akşamleyin, bir büyük köy veyahut bucak merkezinde kaldık. Geceyi kapalı bir yerde geçirmek için bir Bektaşi tekkesine girdik. Tekkenin semahane denilen geniş ibadet salonunun döşemesi tahtadan. Henüz seyyar karyolalarını muhafaza eden bizim üç sınıf arkadaşı bu karyolaları kurdular, yatak ve battaniyelerini açtılar, soyunup yattılar. Benim hiçbir
Sayfa -1
Reklam
Şimdi açık söyleyeyim, eğer bu orduların başına tam salahiyetle üç dört Alman generali veyahut bu kıratta Türk subayları tayin edilse idi, biz Balkan harbini ne Bulgar cephesinde ve ne de Sırp ve Yunan cephesinde kaybetmezdik. Türk Ordusunda harp mefhumunu bilen kumandan yok gibi idi. 1878 yılından beri Osmanlı Ordusu savaşı unutmuştu. Sultan Hamid orduyu öldürmüştü. Dört beş yıl içinde ölü canlanamamıştı. Alayları taburları, hatta tümenleri ve daha yukarı birlikleri sevk ve idare edebilecek binbaşı, albay ve general yok gibi idi. Yoksa silah bakımından düşmanlardan üstün ve sayı bakımından ise pek aşağı değildik. Redif Tümenlerinin savaş kabiliyeti ve disiplin ve intizamları pek geri idi. Türk Ordusu harbi Balkan savaşından sonra Birinci Cihan Savaşı’na kadar süren iki yıl içinde öğrenmiştir. Bu da seksen kadar Alman öğretmenin enerjik çalışmaları sayesinde olmuştur.
Sayfa 49
Ordunun en zayıf yeri tümen, alay ve tabur kumandanlarının kabiliyetsizliği idi. Türk Ordusu Sultan Hamid zamanında savaş gücü olarak yetiştirilmemişti. Orta komuta heyeti savaş mefhumunu hiç bilmiyordu.
Sayfa 67
Kırçova, ahalisi Bulgarca konuşan bir kasabadır. Buranın Müslümanları yani Türkleri de Bulgarca konuşuyorlar. Ertesi sabah, ileriye atılmış bir Sırp kıtası Kırçova’da bize yetişti ve saldırdı. Zayıf bir kuvvet imiş, topçusu da yok. Tümenin bir kısım kuvvetleri kasabanın kuzeyinde bu düşmana karşı muharebeye girdiler ve iki saat kadar süren bir çarpışmadan sonra Sırplıları geriye püskürttüler. Kırçova ahalisi kendi silahları ile askerin yardımına geldiler ve en ön hatta kadar ilerleyip bizimle birlikte savaştılar. Bulgarca konuşan kasaba kadınları, ellerindeki testilerle: "Asker voda, asker voda . . . " diye bağırarak en ileri hattaki askerlere ve kendi kocalarına su taşıdılar. Erkeği ve kadını büyük bir kahramanlık misali veren bu Kırçova halkını, öğleden sonra terkederek Manastır istikametinde geri yürüyüşe devam ettik ve bu vatanseverleri kendi mukadderatlarıyla başbaşa bıraktık.