Tango, öznelliğe yer veren bir edebiyattır. Evrenseli savunan bir edebiyat değildir. Evrensele dokunduğunda, tekil bir durumdan , tikel bir yaşanmışlıktan yola çıkarak bunu yapan bir edebiyattır.
Tango duyguların ifade tarzıdır. Bir şiir, bir edebiyattır. Tango tiyatroda, sinemada, hatta çağdaş dansta bir yer buldu. XX. yüzyıl kültürünün bir momentidir.
Tango, 1955 yılında Peron’un düşüşünden otuz yıl boyunca birbirini izleyen askeri cuntalardan zarar görmüştür. Hatta askeri yöneticiler bazı klasik tangoların yayınlanmasını bile yasaklayacaklardı. Cuarteto Cedron’un kayıtlarını elinde bulundurmak yasaktı. 1955 yılında 600 orkestra vardı. 1976 yılında orkestra sayısı 10’u aşmıyordu. Müzisyenler sürgüne mahkum edilmişti. Böylece mülteciler tangonun ilk haliyle göç tangosunu birbirine bağlarlar. Arjantin’de genel olarak yasaklanan tango, sürgünde yeniden kaynaklardan beslenir.
Fonografın 1877’de icat edildiğini ve 1888’den itibaren sesin büyütülenildiğini biliyoruz. Tangonun gelişimi kayıt tekniğinin gelişimine bağlıdır. 1907 öncesinde çok sayıda tango kaydı mevcuttur, ama kaliteleri çok kusurludur.
Carlos Vega’nın akıl yürütmesini izleyelim: “O dönemde egemen olan çift dansları sürekli hareket gerektiriyordu; kabul görmüş uygulamaları yerine getiren çift, dans ederken, bir an bile durmadan, ritimli adımları ya da dönmeleri birbirine eklemeliydi.Tangoyu yaratanlar, hareketin ertelenmesini dansa kattılar. Çift aniden sakinleşir…. Böylelikle kavalye diğer çiftlerle çarpışmaz; ayrıca varyasyonlara, dansçının durduğu yerde küçük hareketler yapmasına, özellikle tangonun karakteristik sallanma hareketine (quebrada) imkan tanır. 1896 yılında La Prensa’da yazan bir gözeteninin gözlemlediği gibi, “kelimenin gerek anlamıyla müzikal ritmin ötesine giden bir ritim yorumu” böylelikle mümkün olur.
Tango sözcüğünün etimolojik kökeni tartışmalıdır. Çeşitli etimolojiler önerilmiştir. İspanyolca’da bu sözcük 1803’ten beri mevcuttur ve aşık kemiği anlamına gelir.