Şarkılar sustu. Fakat hiç susmadı kalbiniz, fark ettiniz mi? Size hep bir şeyler ihtar etti, siz ihmal ettiniz! Aşkı, kardeşliği, vefayı, insanlığı, merhameti, vicdanı…
Ne çok şeyi kalbinize gömdünüz, kalbinize kabirler diktiniz!
Eşine yazdığı mektupta “Bul Erbaa’da bir dükkân, gidelim, bakkallık edelim, bıktım bu şehirden.” diyerek kalabalığın, büyük şehrin sıkıntısından kaçmak, tenhaya, dinginliğe kavuşmak istiyordu. “Yokum ben, bıktım, gerçek bıktım” diye yazıyordu şiirinde.
Haklıydı, “yaşamak azaptı(r)” çünkü çok zaman, hele bu çağda!
Evet, yaşamak azaptı belki ama yaşamadan da yazmadı, dedi ki:
Ölçümlemedimse bütün ölçümler boşuna
Yağmurların sözü nasıl edilir
Alnım ıslanmadıysa serin yağışlarında
Ben bir acep ele geldim kimse halim bilmez benim
Ben söylerim ben dinlerim kimse dilim bilmez benim
Benim dilim kuş dilidir, elim dost elidir
Ben bülbülüm dost gülümdür ayruk gülüm solmaz benim
Sakarya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi Dr. Serhat Demirel’in kaleminden yine harika bir kitap..
Alır almaz okumaya başladım ve imzamı da aldım.
Okunmayı ve okunacaklara eklenmeyi, hatta başucunuzda ve kitap rafınızda yerini almayı hak ediyor.
Okuyun, okutturun.
"Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte."
İliklerime kadar hissettim Nilgün Marmara'nın bu cümlesini kitabın her bir satırında. Şimdinin toksikliği ile yakın geçmişin saflığı, berraklığı arasında sıkışıp kalmış bir şekilde bitirdim. Adapazarı'nı tekrar gezdim, tren garında bıraktığım hatıralarımı yeniden anımsadım. Bir soruya da takıldım kaldım...
"Siz, hangi dualarınız için gözyaşlarıyla dolu bir pişmanlığı göze alırdınız?"