Sonunda Tarkan serisinin neredeyse tamamını okumuş oldum. Öyle heyecanlı ve renkli bir maceraydı ki hiç bitmesin istedim. Rahmetli Sezgin Burak’ın etkileyici, canlı, hareketli ve bir o kadar da duygu yüklü çizimleri okurları etkilemeye yetiyor. Bence her çizgi roman okuru Tarkan serisini istisnasız okumalı ve çevresine de tavsiye ederek teşvik etmelidir. Yerli çizgi roman denildiğinde maalesef çok az ismin başarılı işlere imza attığını görüyoruz. Sezgin Burak’ın Tarkan’ı bunların başında geliyor. Maalesef günümüzde böyle eserleri neredeyse hiç göremiyoruz. Bu yüzden bu kıymetli eser ayrıca önem arz ediyor. İstiyorum ki çizgi roman okurları Tarkan’la tanışsın, eserlerini okusun ve Sezgin Burak’ın ne kadar büyük bir yazar ve çizer olduğunu bizim insanımız görsün ve bu minvalde eserler vermek için çaba gösterip temayüller de bulunsun. Ancak kendi değerlerimizden ve benliğimizden çıkaracağımız orijinal eserler ölümsüz olacaktır. Aksi halde DC ve Marvel gibi hayali ve ütopik evrenlere gıpta ile bakıp benzer dünyalar yaratmaya kalkışmaya çalışmak zannımca beyhude bir çabadan öteye gidemeyeceği gibi kısa sürede de hafızalardan unutulup silinecektir. Umarım bir gün çizgi roman severlerin hepsi yiğit Altar’ın oğlu, Türk ulusunun medârı iftarı Tarkan’ı okuyup bir kez daha bu muhteşem esere hayranlıkla bakacak ve gurur duyacaktır.
Rahmetli Sezgin Burak bizlere öyle güzel bir miras bıraktı ki bence yerli çizgi roman denildiğinde ilk okunması gerekenlerden biri kesinlikle Tarkan olmalıdır. Çizgi romanı okurken çoğu yerde sanki rahmetli Kartal Tibet’in başrolünde olduğu, çocukluğumuzun kahramanı Tarkan’ı film izler gibi gözlerimin önünde canlandırdım. Ama söylemeliyim ki film ile ortak çok yönü olduğu gibi farklı yönleri de bir hayli fazla. Özellikle çizgi romanda Tarkan’ın Mars’ın Kılıcını ararken karşılaştığı fantastik canavarlar filmde yoktu. Bu açıdan bayağı bir farklılık göze çarpıyor. Anladığım kadarıyla o günün film ve sinema teknolojisi ile bu çekimleri yapmak da pek mümkün görünmüyor olsa gerek. Her şeye rağmen tekrardan milli duygularımın kabarmasına olanak tanıyan, koca bir mazinin gözlerimde canlanmasına sebep olan Tarkan, her açıdan başarılı bir yerli çizgi roman örneğidir.
MÖ. 445 yılında Büyük Hun İmparatorluğu'nun başına Attila geçince; başta Vandallar olmak üzere Avrupa'nın saldırgan ulusları büyük korkuya kapılmştır. Attila Avrupa'yı istilaya karar vermiş, amacını gerçekleştirmek için de Tarkan'ı önceden Vandal ülkesine göndermiştir. Tarkan'ın görevi, Mars'ın kılıcını bulmak ve Attila'ya götürmektir. Ancak aynı kılıcın peşinde olan başkaları da vardır. Batı Roma İmparatoru Valentiniyanus'un adamı olan Romalı bir gladyatör de Tarkan'dan önce kılıcı bulmak için çabalamaktadır. Çeşitli tehlikelerden birbirlerine yardım ederek kurtulan Tarkan'la gladyatör, Vandal Kralı Genseriko'nun kızı olan ve babasına ihanet eden acımasız kraliçenin eline düşerler. Tarkan, kılıcın yerini bilen tek kişinin kraliçe olduğunu öğrenir ve bundan sonra Tarkan'ı tehlikeli bir serüven bekler.
Bu seride büyü ögelerine yer verilmiştir. Kitapla ve sevgiyle kalın.
Keşke şu kitapların yeniden basımı yapılsa... Sezgin Burak'ın 75. doğum günü adına yapılan basımlar istense tekrar basılabilir. Sahaflar artık kuyumcu titizliğinde, yırtık pırtık kitapları bile kaç bin liraya satıyorlar. Sadece Sezgin Burak için değil, klasikler, değerli ama artık basılmayan tüm kitaplar için de aynı gafım geçerli.
Tarkan, arkadaşı Aybek ve karısı Burta'yı öldüren iki Bizanslıyı bulup öç almak için elindeki tek kanıt olan Altın Madalyon ile Bizans'a gelir. Madalyonun yardımıyla onları bulur. Bizans'ta Maviler ile Yeşiller arasındaki güç oyunlarına katılır ve Yeşiller takımı adına yarışır. Tarkan, Büyük Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasını amaçlayan Vezir Krizafius için büyük bir tehlikedir ve yarışlardan sağ çıkmamalıdır. Hipodromda öldürücü büyük araba yarışlarının yapıldığı kıran kırana bir karşılaşma olur. Hattâ Maviler kendi kurdukları tuzaklara düşerler. Beklenmedik bir yarışçının katılmasıyla yarışın seyri değişir. Burada şuna değinmek yerinde olacaktır. Bizans döneminde Konstantinapolis'teki adı Hipodrom olan spor ve sosyal tesisi, Osmanlı zamanında At Meydanı, günümüzde ise İstanbul'daki Sultanahmet Meydanı olarak karşımıza çıkar. Ayrıca bu yarışlar, o dönemde gerek sosyalleşme gerekse eğlence bakımından ne kadar önemli olduklarını, yabancı şehirlerden sadece bu yarış için imparatorluğa akın edenleri gösteriyor. Bunu harika çizimleriyle çok güzel anlatmış Sezgin Burak.
Kitapla ve sevgiyle kalın..