Bu yıkıntıdan aklımda kalan
en dar sokaklarda kurumuş
birkaç eskilik
bazı öyle sarılar
birkaç hertürlü solgunluklar
sabah ölümleri
sonu unutulmuş öyküler
ilk elde atılan en büyük kozlar
saatlerim, saatlerim
en yetersiz soğuklarda
bir kahvenin ılık bırakılmışlığı
eski gözlerimden fotoğraflar
tek bir ya da birkaç fotoğraf aradığım
bazı küller arasında.
acıyı yerine koymak için gittiğimi
gönlüm gibi buruşturup durduğum bu zamanın varlığı kadar yokluğu
ve umut, kaygan bir peri
güneşten içeri girdi gireli
şaşırırsa ya sabah
hangisi unutulduğunda
geleceğini.
“Cenazede müzik... Bir ölüye yapılacak tek şey. Ölen kim ise, onun yaşamının müziği cenazesinde çalınmalı, diye düşündü. Çünkü insana doğumundan ölümüne dek bir müzik eşlik eder. Kimi insanların, hareketli ve neşeli; kimilerinin ise durgun ve ara sıra coşkun oluşu, kafalarındaki müziğe ister istemez uymak zorunda oluşlarındandır. Dengesiz bir yaşamda suç, o kimsenin müziğindedir - ne yapsın; tabii, bir yaptığı öbürüne uymaz. İşte bu uyuma uyumsuzluk denmesidir, kötü olan. Müzikte bir dakika, yaşamın bir yılına denk gelir. Kalın mi notası, palet olarak uzun süre çalınırsa, insanın o yıllarda hiçbir şey yapamadan çakılıp kalması, işten bile değildir. Solo kısımlara geçildiğindeyse, insana bir hareket gelir; kimilerine bir kez, kimilerine ise durmadan ya da hiç. Cenazede bu müziği dinleyen, o insanın ağrılarını, kıpırdayamazlığını, nedensiz heyecan ve coşkularını anlayabilir; hiçbir şeyi gereksiz bulmaz. Nasıl yaşadığı ancak bu şekilde öğrenilebilir. Neden uzun ya da kısa yaşadığı da; müzik bittiğinde her şey biter çünkü. Nasıl öldüğümüz finalinde belli olur; sancılar ağır ağır tekrarlanarak mı, hiç biteceği yokken noktalanarak mı - en kötüsü bitip bitmediği belli olmadan mı..”