Görüştüğüm gençlerin çoğunlukla güvenliklerinden ve geleceklerinden endişelendiğini görüyorum. Genellikle besinlerdeki katkı maddeleri ve renklendiricilerden endişeleniyorlar veya doğal yiyeceklerle beslenmeye önem veriyorlar. Önceki kuşaklar kadar içki içmiyor, sigara kullanmıyorlar. Vücutlarına ne girdiğini önemsiyorlar ama yine de zihnine girenlere önem gösteren, kendini maruz bıraktığı şeylerin hızı, miktarı ve içeriği ile ilgili endişelenen tek bir genç kapımı çalmadı. İnternetteki şeylerin çoğu kanıtlanmamış, kötü ve yapay ıvır zıvırlardan ibarettir. Bu, tamamen abur cuburlardan oluşan bir beslenmeye benzetilebilir.
Ailesinin beklentilerinden sıyrılarak kendi özgün hayatını yaşayan ne kadar az insan vardır. Çoğumuz suçluluk duygusu ve korkunun ağına düşeriz. Farklı bir yol seçmenin geri tepen duygusal sonuçlarına kim dayanabilir ki?
Iletişimdeki bu hız, üzerinizde baskı yaratarak, sanki süregelen bir yarış varmış gibi sizi o hıza ayak uydurmaya zorluyor. Aynı zamanda da gereğinden fazla uyarıcıyla beyninize aşırı yükleme yapıyor. Doyumsuzluk yaratmaya dayanan tüketim kültürü, abartılı diliyle üzerinizde baskı kurarak size daha fazla şey satın aldırtmaya çalışıyor: Bu senin olmalı. Sürekli bir şeyleri kovaladığınızı ama hiçbir yere varamadığınızı hissediyorsunuz, bu da kaygı doğuruyor.
Homeros'tan bu yana erkeklerin arkadaşlığı şan ve övgüyle karşılanmış, kadınlarınkiyse... alay konusu edilmeden, küçümsenmeden ve yanlış yorumlanmadan anlatılmamıştır.
Okul sporlarının kızların tercihinden çok erkeklerinkine uyacak şekilde gelişmesi, bir diğer gizli cinsiyetçilik kaynağı mıdır? Yoksa kızlar onları sportif ve güçlü değil, "nazlı bebekler"olarak gören sosyal normlara mı boyun eğmektedir?