Ölümünden en fazla 40 - 50 yıl sonra hiç kimsenin seni hatırlamayacağını, karının / kocanın seninle yatarken başka birini düşündüğünü, çok zeki sandığın çocuğunun son derece sıradan bir çocuk olduğunu, dünya üzerinde senden farklı olmayan milyarlarca insanın yaşadığını ve senin asla özel biri olmadığını, gelmiş geçmiş milyarlarca insan gibi son derece sıradan biri olduğunu ve bunlar gibi onlarcasını bilsen ve bir şekilde bunların kanıtları gözünün önüne konacak olsa kendi küçük ve kurgusal dünyandan vazgeçer miydin?
Hiçliğe ne kadar dayanabilir ya da dokunabilirsin? Var oluşun duyumsanışı ya da hiçliğin keşfi bir boş zaman uğraşıdır. Hiçliğe bakılamaz, ona sadece düşülür... Kendi hiçliğinden başın dönmesin, kendi uçurumlarına düşmesin diyedir gündelik hayata yöneltilen çılgın enerji... Etrafındaki yüz binlerce renk, koku, tat ve sese bezenmiş nesnelerin, seni hiçlikten korumak için çevrene doldurulduğunu hâlâ anlayamadın mı? Evrendeki boşluk, insanın içinde akar; bu nedenle insan en çok içine bakmaktan korkar...
Saçma, kitleselleşerek meşrulaştırır kendini. Bireyde saçma görünen, kitlede "norm” kabul edilir. “Toplumsal değer" gibi bir şemsiyenin altına girdiği andan itibaren, içeriği ne olursa olsun artık dokunulmazlığını kazanmıştır.
İnsanlaşmaya çalışmak, bu çağda artık ölüme tam teşebbüstür. İnsanlıktan çıktığın oranda sana yaşam garantisi, güvenlik ve mutluluk verilir; yaşamın ancak yeterince kokuşmuşsa kutsaldır. Yaşanan ortaçağda "olanları" fark etmek, safaride av olmaktır. Elektromanyetizma ve müfredat ele geçirilmiştir. Kuklaların ipleri kaybolmuştur, kuklalar artık kuklalık bilincini edinmiştir.
Londra'da sokaklar tertemizdir, Londra sokaklarındaki bütün çöpler Pencap sokaklarına süpürülür. Her Ingiliz aristokratının kibarlığında bir Hindu dilenci yaşar. Her Sih cesedinde, her cami bombalamasında, kopan her Hindu bacağında bir parça İngiliz konukseverliği vardır.
Benim için 2019 yılı Şubat ayında hava durumu karlı olmak yerine farklı yazarlarla doluydu. Annemle laf dalaşı ederek (:D) başladığım yeni videomda şubat ayında okuduğum kitapları yorumladım kısaca : youtu.be/eHZFlxwsG8Y
Bu kitaplar:
1-
Adımı sormayın; o kadar çok ismim oldu ki herhangi bir dilden aklınıza gelen herhangi bir isimle hitap edebilirsiniz bana. Binlerce şey
oldu; binlerce yıldır yaşayarak, değişik yerlerde ölümün binbir biçimiyle yüzleşerek hiçbir ölümlünün tek başına biriktiremeyeceği bir sürü şey öğrendim. Bir melek ya da bir şeytan değilim, sizler gibiyim, sadece sizlerden daha ölümlüyüm, sizler sadece bir kez ölebiliyorsunuz, farkımız bu... Binlerce unvanım, milyonlarca mezarım oldu. 20 - 30 kişilik kabile savaşlarından milyonlarca ölülük modern savaşlara kadar sayısız savaşta bulundum. Toprağın etlerini soymaktan yorulduğu ellerime mızraktan makineli tüfeğe dek bütün silahlar geçti. Tanrı beni,
sanki insanlığın savaş tarihine içerden tanıklık etmem için yaratmış ve karası olmayan tarih okyanusunun ortasında yapayalnız bırakmıştı.
Her dilde bir adım, her tonda bir deri rengim oldu, her inancın mümini oldum; karşısında savaşmadığım hiçbir inanç da kalmadı... Bir önce uğruna savaştığım inanca karsı, bir sonra kılıç çektiğim çok oldu. bir adanmışlıkla binlerce ölü bırakarak işgal ettiğimiz şehirleri, bir sonraki yaşamımda yeniden işgal ettik, aynı şehri sonradan aynı iştahla
savundum. Kime karşı ya da kimin için savaştığımı, o anda yaşadığım hepsi tek bir yaşam ve tek bir ölüm hakkına sahip olan hayatlarından
yer belirliyordu. Nasıl var olduğumu ben de bilmiyorum; sadece vazgeçmiş binlerce savaşçının o anlaşılmaz kararlılığının ortasında
adımlarımı onlara uyduruyordum; hepsi bu...
❝Tam da kitaplara, belgelere, seminerlere girecek bir yaşam bütünlüğü kurmuşken, ömrünün hepsini geçirdiğin bu düzenin sahteliğini kulağına fısıldayan seste, umduğundan daha büyük bir yıkıcılık var...❞
Kendisi minnacık ama etkisi kocaman, gerçekleri suratınıza tokat gibi çarpacak, anlamak isteyenler için çok şey ifade eden bir Kitap "Böyle De Buyurabilirdi Zerdüşt".
Nihilizm'i iliklerinize kadar hissedeceğiniz, sorgulanmaz diye etiketlediğiniz her şeyi sorgulayan, acımasızca eleştiren bir eser. Putlarınızı, ideolojilerinizi, kimliğinizi, insanlığınızı, ahlaki normlarınızı, erdemlerinizi, yaptıklarınızı ve en önemlisi yapmadıklarınızı anlatıyor.
İnsan hayatının anlamsızlığına rağmen insanın sürekli beyhude bir anlam arayışı içinde olmasını, insanın kendisinkinden başka tüm acılara duyarsız olmasına rağmen hümanistlik oyununa devam etmesini, savaşlardan tiksindiğini iddia etmesine rağmen ucu ona dokunmadığı sürece Voltaire'in deyimiyle "kendi bahçesine bakmaya devam etmesini", adalet diye yırtınmasına rağmen ufacık bir torpilde bu arayışından vazgeçmesini, kısaca insanın istediğini iddia ettiği ama aslında istemediğini eylemleri ya da eylemsizlikleriyle belli ettiği her şeyi kınıyor. İkiyüzlülükler, çıkara dayalı ilişkiler ve baskı yüzünden inanmak zorunluluğunda olduğunuz, gerçek sandığınız tüm yalanları çıplaklığıyla gösteriyor. Artık uyanmanın zamanı gelmedi mi dersiniz? Bu kitabı kesinlikle okumalısınız diye düşünüyorum...
Postmodern anlatının eleştirildiği metinler okumuştum daha önce ancak böylesini okumamıştım. Belirlemeleri gerçekten üzerinde durulmaya değer. Yazarla özellikle Hasan Ali Toptaş konusunda aynı görüşleri paylaşmasam da sıraladığı diğer örnekler üzerinden belirlemelerinin haklılığını kabul etmek zorundayım. Beni uykudan uyandıran bir kitap oldu aslında. Sartre'ın "Edebiyat Nedir?" adlı yapıtını uzun zaman önce okuyup günümüz Türk edebiyatında bir şeylerin çok mu çok ters gittiğini zaten düşünüyordum. Bu kitapla birlikte somut olarak ve örnekler üzerinden düşünmeye başladım. Eleştirilerinde haklısın Taylan Kara.
Hepimizin bildiği gibi insanın alçaklığının bir sınırı yok. Bu kadar da olmaz dediğimiz her olaydan sonra ondan daha da kötü bir durumla muhakkak karşılaşıyoruz. Peki dünyadaki en insanlık dışı olaylara karar verenler sadece bir avuç insanken, geriye kalan milyarlarca kişi bu iğrençlik ve zulümler karşısında neden hiçbir şey yapmıyor? Yazar Taylan