Kadın, çok eskilerden beri bir birey olarak görülmemiş, tanımlanmamıştır. Tam olarak tanımlanan, birey olan erkektir. Kadın, özellikle ataerkil sistemde erkeğe göre anlatılmıştır.
Anneler kızlarına, daha yumuşak sesle, daha narin şirin sözlerle (güzel
kızım, uslu kızım vb.) hitap ederlerken; erkek çocuklarda durum böyle olmaz. Erkeklerin ileriki yaşamlarındaki toplumsal rollerine hazırlık yapılır gibi güç, egemenlik, hakim olma
yetisi aşılanır. 'Aslan oğlum, güçlü oğlum, oğlum ne derse o
gibi cümleler toplumdaki cinsiyet ayırımcılığının temelini oluşturur.Çocukların oynadığı oyuncaklara da bu yansır. Er
kek çocukları araba, silah, savaş aletleri vb. oyuncaklarla oynarken; kız çocukları doğurganlık ve ev içi konumlarından
dolayı oyııncak bebekler, yemek takımları vb. oyuncaklarla
oynarlar. Yani cinsiyet olarak kız çocuklarına 'ev kadını; erkek
çocuklarına da 'iktidar sahibi' olmaları empoze edilir:'
"ben aslında bir erkeğin çıkıp istemiyorum kardeşim evin direği olmayı!' diye isyan edeceği günü bekliyorum. Bir erkeğin çıkıp, ağlarım lan, ağlarım' diye haykıracağı günü bekliyorum. Bir erkeğin çıkıp kadına 'ben de kendimi güçsüz hissediyorum, beni koru' diyeceği günü bekliyorum".
Cinsiyet 'eril' ve 'dişil' olarak biyolojik cinsiyete dayalı olarak belirlenen bir ayırımdır; Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder.
Oysa ki, Şemsettin Sami, Kadınlar adlı kitabında, kadın
ve erkeğin düşünsel yeteneklerinin eşit olduğunu, kadınlara verilen akıldan yararlanmamakla, insan toplumu, kadınların yapabilecekleri hizmetlerden yoksun kalacağını
savunur.
Kadınlara erken yaşlardan itibaren erkekleri etkilemenin ve memnun etmenin görevleri olduğu ve yaşamlarının buna bağlı olduğu öğretilir. Bu nedenle, bir kız ergenlik çağına geldiğinde erkeklerin onayına bağımlı haldedir.