Daha dengeli bir görüşe doğru ilk adım Thomas Cariyle tarafından atılmıştır. Cariyle dünyanın büyük dinlerinden birinin kurucusu olması dolayısıyla O'nun bir sahtekar olduğu düşüncesini reddetti. Daha sonra gelen alimlerin bir kısmı, zaman zaman O'nun akıl hastası olduğunu belirtseler de, Hz. Muhammed'in samimiyetini kabul etme girişimleriyle bu yolu izlediler. Gustav Weil, O'nun saralı olduğunu ispat etmek için çalıştı. Aloys Sprenger daha da ileri gitti ve Hz. Muhammed'in saraya İlaveten isteri'ye de tutulduğunu iddia etti. Sir Wilîiam Muir sahte peygamber düşüncesine benzer bir düşünceyi muhafaza etmiş ve Hz. Muhammed'İ, Mekke'de dürüst ve yüce-ruhlu bir resul ve vaiz iken, Medine'ye gittikten sonra, dünyevi başarılar uğruna Şeytan'ın oyunlarına teslim olan bir kişi olarak tasvir etmiştir. D.S. Margoliouth O'nu, bile bile halkın kafasını karıştıran birisi olarak suçlamaktan çekinmiyor ve ruhçuluk tarihinin, olağan dışı güçleri olan insanların nasıl ko-layca sahtekarlığa yönelebileceğini gösterdiğine işaret ediyordu. Hıeodor Nöldeke, Hz. Muhammed'in peygamberi ilhamının gerçekliği üzerinde ısrar ederek, O'nun saralı olduğu düşüncesine karşı çıkıyor ve kendisinin ilahi güçlerin etkisi altında olduğuna inanacak derecede güçlü coşku nöbetlerine maruz kaldığını düşünüyordu
Hz. Muhammed'in Bedir'de alınan esirleri genel olarak fidye almak amacıyla tutma kararı, sadece yumuşak mizacın ve Müslümanların mâlî durumlarının iyileştirilmesi ihtiyacının bir işareti değildi. Bu muhtemelen, ufukta görmeye başladığı daha uzak amaçlarını gerçekleştirmek için, Mekkelilerin idari kabiliyetlerinden yararlanmak istemesinin ve bu nedenle de, görevinin Ķureyşlileri yok etmek değil, onları kendi davasına kazanmak olduğunun anlaşılmaya başlamasıdır.
İbrahim'in dini ilk başlarda hanifiye ya da hanif dini olarak adlandırıldı. Hanif sözcüğü Batılı bilim insanlarınca fazlasıyla tartışılmıştır. Önceleri Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından "putperest" için kullanılmış görünür ve ayrıca eski Suriye-Arap dininin Helenleştirilmiş (ve felsefi) biçimini benimseyenleri de ifade ediyordu. İslam öncesi Arabistan' da her ne kadar tektanrıcılıktan etkilenen insanlar bulunuyorsa da ve bunlar sonraki Müslüman yazarlar tarafından hanifler olarak adlandırılsa da, onlar kendileri için bu adı kullanmıyormuş gibi görünür. Kur'an' da bu kelimeye yeni bir anlam verilir ve ne Yahudi ne de Hıristiyan olmayan bir tektanncı kimse anlamına gelir. Hıristiyanlar bunu "putperest" anlamında kullanmaya ve Müslümanları onu kullanarak aşağılamaya devam etti. Bu durum, kavramın Müslümanların gözünden düşmesinin sebebi olabilir. Bir süre Müslümanlar "ibrahim'in dinini, hanifi" izlediklerini söylemekten gurur duydular. Bununla beraber, sonunda onlar, "İbrahim'in dini, hanif, Müslüman" biçimini tercih etmeye başladılar. Müslü man, "teslim olmuş" (yani, Allah'a) anlamına gelen, fiilden türetilmiş bir sıfattır. Bunu, İbrahim için kullanmak uygun düşüyordu; çünkü o, Allah'ın kurban etmesini emrettiği oğluyla birlikte kendisini (Allah'a) teslim etmişti (Kur'an Saffat Süresi, 103) İslam "(Allah'a) teslim olma" anlamında, buna karşılık gelen isim fiildir ve bir din için güzel bir isimdir.
Hz. Muhammed'in vefatından sonra bazı kabilelerde hoşnutsuzluk baş gösterdiğinde, Mekke'nin sadakatinin esas olarak Süheyl bin Amr tarafından sağlandığını öğrenmek daha şaşırtıcıdır. Hepsinden daha ilginç olan Ebu Cehil'in oğlu lkrime'nin durumudur. İlk başta Hz. Muhammed tarafından cezalandırılan ardından affedilen İkrime adanmış bir Müslüman haline geldi ve birçok önemli askeri ve idari konuma getirildi. İslam için gösterdiği azmin ne derece güçlü olduğu ona atfedilen şu sözlerden anlaşılmaktadır: "Seninle savaşmak için harcadığım paranın daha fazlasını, Allah yolunda harcayacağım"; "Lat ve Uzza için hayatımı tehlikeye attım, Allah için onu tehlikeye atmaktan mı kaçınacağım?" Bu sözlerine uygun olarak Suriye'deki savaşların birinde "şehit" olarak can verdi.
Muhtemelen Medine'ye göçten sonra Hz. Muhammed'in, lslam için Yahudiliği model aldığı düşünülmeye başlandı. Mekke'yi terk etmesinden önce, Yahudi usulüne uygun olarak, Kudüs'ü kıble ya da namaz esnasında yönelinmesi gereken yön olarak seçtiği söylendi. Aşure orucunun, Yahudilerin Kefaret Günü'nün, Medine'de Müslümanlar tarafından uygulandığı görülmektedir. lslam'ın ayırt edici özelliği haline gelen topluluğun hep birlikte yerine getirdiği özel Cuma ibadeti, şu ya da bu şekilde Yahudilerin Cuma günleri gerçekleştirdikleri Sabbath ibadetine hazırlanışları ile bir şekilde bağlantılıdır.
Kâğıt, Çin'de icat edildi ve 8. yüzyılın ortasında Araplarca esir alınan Çinli zanaatkârların özgürlüklerini kâğıt üreterek kazandıkları söylenmektedir. Kâğıt, başlıca alternatifi Mısır papirüsünden daha ucuz olduğundan önemi çok geçmeden fark edildi. Harun Reşid'in veziri Yahya bin Halid yaklaşık 800 yılında Bağdat'ta ilk kâğıt fabrikasını kurdu. Ardından kâğıt üretimi Suriye ve Kuzey Afrika üzerinden batı yönünde, İspanya'ya doğru yayıldı ve böylece kâğıt yaygın biçimde kullanılır hale geldi.