Albert Camus'un bir solukta okuduğum romanı. Yaşanılan, olağan hiç bir şeyin kendisi için bir şey ifade etmediğine inanmış birisinin hikayesi. Yaşadığı acı şeyler karşısında dahi kayıtsız kalıyor olması, bununla birlikte etrafında gördüğü kötülüklere sessiz kalışı karakterin kendisine ve topluma ne kadar yabancı olduğunu gösteriyor. Kendisi toplumun içinde yabancılaşmış yahut yabancılaştırılmıştır. Romanda şiddetin arkasında yatan bir sevginin barındığı, bir şeyin değerini o şeyi kaybettikten sonra ancak kendine itiraf edebildiğini fakat bunun geç olduğunu anlattığını da düşünüyorum. Karakterin bir dine inanıyor olmayışı, hatta hiç bir şeyi kabullenmeyip aykırı davranmasının ve bir kalıba girmek istememesinin onu yabancı olarak nitelendirebileceğimizi gösteriyor. Kendine ve topluma yabancı olan bu adamın suça sürüklenişi ve sonrasında bunun neye mâl olduğu çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.