Osmanlıların son bir asrında tarihî şehirler ve İstanbul için giderek derinleşen ve yoğunlaşan iki önemli ve büyük problem alanının oluştuğunu görüyoruz. Bunlardan birincisini ıslahat teşebbüsleriyle irtibatlı olarak şehircilik, yerleşme (imar-iskan), merkez, mahalle, mabet, ev, sokak.... kısaca insan-mekân münasebetleri fikrindeki değişme diye özetleyebiliriz. Saray, üst bürokrasi, ilmiye, aydınlar sadece siyasi iktidarlarından değil şehirlerinden, mimari geleneklerinden, yerleşme ve oturma biçimlerin- den, sokak ve binalarından da şüpheye düşüyorlar...
...
İkinci problem alanı mağlubiyetler ve çekilmelerle birlikte Rumeli'nden, Balkanlar'dan, Kafkaslar'dan, Kırım'dan, Ege adalarından... İstanbul başta olmak üzere tarihî şehirlere akıp dolan göçmen insanların getirdiği, biriktirdiği beklenmedik meselelerdir. Binlerce yersiz yurtsuz, savaş yorgunu ve bitkin, hasta, acılarla dolu, yoksul, çoluk çocuk, yaşlı genç insan mahşeri... Bu tablo aynı zamanda kural tanımayan/kaide tanımaya imkânı olmayan bir manzaraya, her bakımdan zor bir duruma işaret ediyor.