İstediğim şeye, onca sene beni hep peşinden sürükleyen şeye nihayet kavuşmuştum. Neden sonra -aslına bakılırsa çok kısa bir süre sonra- istediğim şeyin bu olmadığını, gerçek ben’in bu ben olmadığını anlamıştım. Böyle bir şeyi kabul etmek zordu, zaten hemen de kabul edemedim. Elbette işi oluruna bırakabilir, her şeyi görmezden gelebilir, hiçbir şeye aldırmadan yoluma devam edebilir, sahte bir benlikle yalandan yaşayabilir, başkalarının kıyafetlerini üzerime geçirebilirdim; ama Shakespeare’in oyununda Lear’in fundalıkta dediği gibi: “Ah, o yolun sonu deliliğe varıyor; benden uzak olsun. Yetti artık.
Bostan dolabının yanındaki, suları bana kahverengi gözüken, o küçük ve eskimiş havuzdaki solgun ve kederli nilüferlere gidip bakardım çocukken, babam, onların kökleri olmadığını anlatmıştı bana. neden bu çiçekleri hep bir şeylere benzetmek için kullandıklarını ancak büyüyünce anladım. yalnızca bu çiçekler, hep bir yerlere gidecekmiş gibi azade ve özgür oluyorlar ama küçük bir havuzun içinde bir yere gitmeden yaşıyorlardı. hayat da böyle bir şeydi benim için; hep bir yerlere gidecek gibi duran, yalnız ve bir yere gitmeyen bir çiçek. bütün bir hayatın özeti buydu. bende bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim; öyle solgun nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başına durdum, köklerimi salamadım, ne, olduğum yere sağlamca yerleştim, ne, başka diyarlara kaçabildim. bana bakanlar, beni seyredenler, beni sevenler oldu ama kimse yakasına takmadı beni, kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı. onlara ihtiyacım olmadığını, havuzumda tek başıma yüzebileceğimi düşündüler. ben de bu yüzden; kederi, yalnızlığı, kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim. ne garip başka bir şey de olmak istemedim, beni beğenmeleri yetti bana.
Reklam
‘’ Ancak, yıkımım başlar başlamaz, daha birçok şey gibi, bu da değişti; o zamandan beri benimkine hiç benzemeyen bir kuşağın insanları arasında yaşadım ve başkaları konusundaki duygularım, onların duygularında gördüğüm değişikliklerin etkisi altında kaldı. Birbirinden o kadar farklı her iki kuşaktan görüştüğüm kimseler, sanki ikisine de uyum sağladılar. Önceleri dürüst ve açık yürekliyken, değiştikten sonra ötekilere benzediler. Dönemin değişmesi, insanların da değişmesine yetti. Doğuşlarında olduklarının tersi olanlara karşı aynı duyguları nasıl besleyebilirim? Nefret edemediğim için onlardan nefret etmem: ama adam yerine koymadığımı da saklayamam; zaten bunu hak da etmişlerdir.''
Saniyenin onda biri kadar göz göze geldiler, ama bu kadarcık bir süre bile Winston'ın, O'Brien'ın kendisi gibi düşündüğünü anlamasına yetti; evet, anlamıştı! En küçük bir yanılgıya yer yoktu. Sanki kafalarının içindekiler gözlerinden geçerek birbirine akıyordu. O'Brien,"Senin yanındayım,"der gibiydi. "Ne düşündüğünü, ne hissettiğini çok iyi biliyorum. Ne kadar aşağıladığını, ne kadar nefret ettiğini, ne kadar tiksindiğini biliyorum. Ama merak etme, yanındayım!"
Aşk
Sevda dediğin nedir ki? Tarifsiz bir tanışıklık duygusu. Sebepsiz bir gülümseme arzusu. Rüzgar esti. Mantonun düğmelerini iliklerken sen de bana gülümsedin. Sen bana gülümsediysen bu sana değil, bana bir şey katmış demekti. Acaba? Bu ümit bile yetti. Sandım ki o an bana bir şey oldu, üzerimden bir şey geçti. Kendimde bir başkalık hissettim. Göklerden bir şey aniden üzerime yağmur gibi dökülmeye başladı. Ne olduğunu anlayamadım ama her şey gözüme iyi ve güzel göründü. Sandım ki güzelleştim üstelik hep de güzelmişim.
Sayfa 161 - timaş yayınlarıKitabı okudu
Sevmek
Sevmenin yeteceğini söyledim kendime. Kendime inandım. Ama risk alamadım. Bu yüzden önce dedim, kendimi seveyim, bakayım yetiyor mu? Kendimi sevdim. Kendimi çok sevdim. Kendimi çok çok sevdim. Yetti. Kendimi bu kadar çok sevince kalbimde başkasını sevmeye yer kalmadı.
Sayfa 17 - Güray Süngü
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.