Doğup büyüdüğüm evime geldim bugün. Bir köy evi. Şimdilerde yıkık dökük bir yer. Yalnızca zihnimde eskisi gibi sıcacık, anılarla dolu. Başta içeri girmeye de cesaret edemedim. Sanıyorum yüzleşme korkusu alıkoydu beni, kapının önüne kadar gidip geri döndüm defalarca. Çocukken pek büyük gelirdi buralar bana. Şimdi bakıyorum da ne minicikmiş. Boyumdan biraz uzun bir kapı, minicik camlar... Biraz daha izledikten sonra açtım kapıyı, girdim içeri. Gözlerim dolu dolu, yutkundum, iki göze odayı gezinmeye başladım. Gözümü her çevirdiğimde bir başka hatıra canlandı: Oyundan gelip kana kana su içtiğimiz musluk, terekte bulunan ve akşam çay vaktinde çıkarıp yediğimiz yer fıstıkları, kış olduğunda üstünü halılara boğduğumuz beton zemin, girilmesinin yasak olduğu büyük oda... Zihnimde kalıcılığını koruması beni mutlu etti zira şu ana döndüğümde öyle kötü bir hâl almış ki. Bir virane adeta. Babam anahtarı vermiş baksınlar diye, içine sıç*p bırakmışlar (sahiden de hayvan dışkısı vardı.) En son da ahırımıza girdim, bir sürü ineğimiz vardı. Küçüktüm ama hafızam iyiydi, hepsinin adını tek tek sayardım. Neredeyse 10 yıl oldu sevgili evim. Yüreğim seninle kalacak. Bahçemiz eskisi gibi ama. Yemyeşil yine, yalnız en sevdiğim ağacımı kesmişler. Yıllara kök salmış ağacımı kesmişler inanabiliyor musunuz! Bununla sınırlı olsa bari bahçeyi boylu boyuna kaplayan sayısız ağaçtan 5 tane kalmış sadece. Ön taraftaki ağaçta salıncağımız vardı, o da yok şu an. Çocukluğum sallanırdı saatlerce orada. Şimdi zihnimde salıncağın ipleri başka bir amaca hizmet etme isteğiyle çırpınıyor.