Kentler kalabalıklaştıkça yalnızlıklar büyüyor, insanlar telefonlarına çekiliyor. Mesaj kutuları, gönderiler, hikayeler birileriyle etkileşimde olmak tatmini sağladıkça gerçek bir ilişkiden beklentiler Gerçekçi olmayan noktalara taşınıyor. Ana sayfalarda rastlanılan mutluluk tabloları insanlara özel biriyle, özel bir hayal kurmak yerine önce bir hayal kurdurup sonra o hayale birinin denk gelmesini bekletiyor. Toplum onların Zihnine hayata geç kaldıklarını, hayatta atılacak her adımın bir kuralmışçasına belli bir yaşta atılması gerektiği fikrini o kadar işliyor ki herkes sabırsızca o "masalsı aşkın" Gelip, onu bulup hayatını değiştirmesini bekliyor.
Bu bekleyiş uzadıkça bir eksikliğe, boşluğa dönüşüyor ve insan o boşluğu karşısına çıkan ilk parçayla doldurma telaşına kapılıyor. Büyük bir tesadüf olmadıkça o parça o boşluğa uymuyor. Uysun diye karşısındakini eğip bükmeye kalkıştığında ise o masalsı sandığı ilişki gittikçe büyüyen, artık ona zarar veren bir tümöre dönüşüyor. Oysa aşk, ilişki bir "kurtuluş" Bir "kaçış" anlamına gelmemeli, kimse birilerinden kendi hayalindeki hikayenin kahramanı olmasını beklememeli.
"Bir ağacın büyüyüp güçlenmesi için zor bir kış geçirmesinin gerekli olması gibi. Hep ilik ve durgun bir iklim olursa, büyüme halkası da oluşmaz, değil mi?"