Koşarak dışarı çıktı ve kapıyı çekip kapattı. Boka bir an için tereddüt etti. Hayatında ilk kez birisine karşı bu kadar acımasız davranmıştı. Birden kapıyı açıp peşinden sokağa koşma isteğine kapıldı. Arkasından bağırmak: "Peki gel, ama bundan böyle davranışlarına dikkat et" demek istedi. Ama ardından gözlerinin önünde Geréb'le ilgili bir anı belirdi: Geréb'in bu sokakta kaçtığı ve ona bakarak kahkahalar attığı an. Kahkaha sesleri kulaklarında yankılandı. O anı tekrar ve tekrar yaşadı. Nemecsek'le kaldırımda kalakaldıkları, Geréb'in alaycı kahkahalarının sokakta yankılandığı anı. Geréb o zaman koşarak terk etmişti sokağı.
Annelik mahrem bir kurum değildir. Her zaman bitip tükenmeksizin ve eni konu kamusaldır. Kadınlara doğaları gereği o araçlara sezgisel olarak sahip oldukları her gün söylense de, kendilerine insan ve ahlaklı varlıklar olarak "iyi kadın" ve "iyi anne" nazarıyla bakılması için çocuklarıyla olan ilişkilerini nasıl yürütmeleri gerektiği konusunda toplum kendilerine emir verir.
Sayfa 59
Reklam
okumaya değer
Duygu ve düşüncelerimizle,kendimizi, hayatın akışına bırakarak "bulabiliriz" ancak. Bu kendini kaderin rüzgarına ya da kısmetin eline bırakmak demek değildir. Asla. Yola çıkmadan önce ihtiyar denizcilerle konuşmalı, rüzgarlara kulak vererek onları tanımalı, sabırla tekneyi hazırlamalıyız. Sonra da engin deniz. Ama o zaman bile başka düşlere, değişikliklere ve koşullara açık tutabilmeliyiz rotamızı. Oysa kendimizi ömür boyu sabit hedeflerle sınırlayarak sadece limandaki teknelere binmeyi ve bilinen iki iskele arasında yolculuk yapmaya yeğliyoruz.
ve evler birbirlerinden eskilerse ve eskiden olmak tükenirse, ve yalnızlığınızın bütün yakılmış mumları erirse, ve sırmalı uykudan usul usul uyanırsanız korkmayın.. O zaman lokantalar var daha başka Akşamla. Ve dindiren şarkısı kendisi olmanın Büyük ve kesin cezalanışı yani sevincin Yaşamak yani, bağırmak, gürültüler, geçip gitmesi bir beyaz resmin ve çökmek, Sizi titreten taşta aydınlığı yahut birdenbire Karışıp yalan ışıltısına yaşamanın hani…
“Yalnızca başkalarını aldatabilene nasıl büyük yalancı denir? Asıl kendine yalan söyleyip bir de ona inanacaksın -işte sanat budur!” Kendimize yalanlar söyleriz her zaman bunu da bir sebebe bağlarız. Şeytan bu konuda biçilmiş bir kaftan sanki. O suçlu ve kötü bense ona uydum. Oysa insan doğası kötü hayvani ve vahşi. Bunu anlamak için yapılan tüm çalışmalar, yazılan öyküler aksini ispat edememiş. Aradığımız şeytan içimizde oysa dışarıda değil. Şeytan bir çıkarım bir rasyo aslında içimizdeki ile olan arasında bir rasyo.
Asırlar değişir o kafa değişmez
(...) Nihayet Eyüp'te Tekfur Sarayı'nda bir ÇİNİ fabrikası açıldı. Çini kârhanesi[fabrikası] büyük bir faaliyetle işlemeye başladı. Burada yapılan çiniler de İstanbul'da revaç buldu. İbrahim Paşa, fabrikaya lüzumu olan malzemeyi tedarikte hiçbir zaman kusur etmedi. Çini fabrikası kemale geldikten sonra, İstanbul'da yapılan en nefis sanat eseri, 1728'de Başmimar Mehmed Ağa tarafından Bab-ı Hümâyun önüne yapılan Üçüncü Ahmed çeşmesi İstanbul çinileriyle tezyin edildi. Fakat on sekizinci asrın ikinci nsfında [yarısında] İznik çini fabrikasının faaliyetine halel geldi. VİYANA'DAN ÇİNİ SİPARİŞ EDİLMEYE BAŞLANDI. Hatta Lâleli Camii yapıldığı zaman, çini yerine, Marmara sahillerindeki kariyyelerden elvan taşlar sipariş edildi.
Sayfa 129 - Kapra Yayınları
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.