“Zamanımız yok,” dedi Ritchi. Sonra acemi bir hareketle Gomez’in omzuna vurarak, “Gülümsemeye çalış!” diye ekledi.
“Ne dedin?”
“Gülümsemeye çalış. Ramon bu suratla görürse korkar senden.” Gomez’in bir el hareketini görerek telaşla devam etti: “Sana herife dalkavukluk yap demiyorum. Yalnızca kapıdan girerken hiçbir anlamı olmayan, kişiliksiz bir gülümseme yapıştırırsın dudaklarına, sonra unutursun gülümsediğini anladın mı? Üstü yani, sen kendi kendine canının istediğini düşünürsün.”
“Gülümserim,” dedi Gomez.
Arkadaşım MacGregor’ın arabasıyla çıkmışsak –onun deyimiyle kumsala küçük bir gezinti– gece yarısına doğru kendimi tuhaf bir muhitte, yabancı bir salonda, kucağımda bir kızla bulurdum. Kız genellikle hiç umursamadığım biri olurdu çünkü MacGregor benim kadar bile seçici değildi. Bazen arabasına binerken ona, “Tanrım, yeter, usandım artık... Bir yerlere küçük bir gezinti yapalım sadece... Sheepshead Korfezi’ne ne dersin?” derdim. Daha bir kilometre bile yol katetmeden arabayı aniden kaldırıma yanaştırıp beni dürterdi. “Şuna bak şuna,” derdi, kaldırımda yürümekte olan kızı göstererek. “Tanrım, şu bacaklara bak!” Ya da – “Baksana, onu bize katılmaya davet etmeye ne dersin? Bir arkadaşını da çağırır belki?” Ve ağzımı açmama fırsat vermeden kıza el sallayıp her zamanki açılış konuşmasına başlardı, ki herkes için aynıydı. On seferin dokuzunda gelirdi kız. Fazla uzaklaşmadan, kızı serbest eliyle yoklayarak, ona bize eşlik edecek bir arkadaşı olup olmadığını sorardı. Kız mesele çıkarırsa, tanıştıktan bu kadar kısa bir süre sonra o şekilde dokunulmaktan hoşnut kalmazsa, “Tamam, in aşağı öyleyse... Senin gibilerle harcayacak zamanımız yok,” der, arabayı kaldırıma yanaştırıp kızı dışarı iterdi. “Böyle amcıklarla işimiz olmaz, değil mi Henry?” derdi, yavaşça kıkırdayarak.