Mahir Ünsal Eriş ile ilk tanışmamız ama ne tanışma! Köşeyi dönünce bizi karşılayan hikâyeler hepsi. Capcanlı karşımızda, hayat gibi.
Hikâyeler belli temalar üzerinde yoğunlaşmış; aile olmak/olamamak, yalnızlık, terk ediliş, hayaller, umut/umutsuzluk, yaşam telaşı,... Bütün bunların bir noktasında mizahtan da asla vazgeçmemiş ve hikâyeleri böyle canlı yapan da bu: yaşadığımız hayatın ta kendisi olması. Üniversitede zar zor okutulan torun, Feridun değilken Feridun olmanın tadını sonuna kadar çıkaran genç, futbolcu olma hayalini eşi ve çocuklarına tercih eden adam,... Ve bütün bunlara eşlik eden Erdek, Bandırma, Biga manzarası.
Her birini büyük bir keyifle okudum hikâyelerin. Her bir hikâyede tekrar tekrar yürüdüm Eriş'in anlattığı sokaklarda. E tabi Feridun olmayan Feridun'un Çuğra'ya yürüyüşünü kıskanmadım değil, Erdek'te olsak güneşi ne kadar güzel batırırdık orda yine. Adı gibi olduğu kadar güzel anılar aslında bu hikâyeler. Okuyanı çok olsun isterim. Okunsun ve Çuğra'ya gidilip güneşle orda vedalaşılsın.
Çok beğendim, tavsiye ediyorum. Günlük yaşantısından sıkılan psikolog Luke, hayatındaki önemli kararlar için zar atıyor. Zara verdiği seçenek ve ihtimale (6 gelirse şunu yapıcam 2 gelirse bunu yapıcam gibi) amasız fakatsız itaat ediyor ve uyguluyor. Amaç kişiliği yok edip insanın içinde var olan benlikler arası denge kurmak.
Zar atarak hayatı yaşamak ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmek. İyiyi de kötüyü de zarlardan bilmek. Sevdim ben bu oyunu. Güzel bir kitap. Okuyun derim.
Karart göklerini Zeus,
Duman duman bulutlarla;
Diken başlarını yolan çocuk gibi de
Oyna meşelerin, dağların doruklarıyla.
Ama benim dünyama dokunamazsın,
Ne senin yapmadığın kulübeme
Ne de ateşini kıskandığın ocağıma.