"... kara büyü laneti dünyanın en zarif cinayet silahıdır. ...Nasıl oluyor?... İnanmakla başlıyor. Büyücü doktorun sıra dışı güçleri olduğuna inanan bir toplumda yetişiyorsunuz. Size onun lanetinin ölümcül olduğu söyleniyor. Duyduğunuz her türlü hikaye de bu anlatılanları doğrular nitelikte oluyor. Size bunları anlatanlara sonsuz güveniyorsunuz. Ve sonunda kanıtı kendi gözlerinizle görüyorsunuz. Lanetlenen bir adam. Gözlerinizin önünde sararıp soluyor ve nihayetinde de ölüyor. ... Ama bu nasıl oluyor? Oluyor çünkü kurban bunun gerçek olduğuna inanıyor. ... Anlamadım. O kadar da karışık değil. Zihnimiz sebep sonuç ilişkisi üzerine İşler. Bu, hayatta kalmamız için gereklidir. Ama bazen sorun çıkartır. Lanetlendiğini düşünen biri, bu lanetin gücüne inanıyorsa, dehşete kapılacaktır. Çünkü lanetin onu öldüreceğine dair inancı sonsuzdur. Bu korkuyla iştah kaybetmeye başlar. Kilo kaybeder. Kilo kaybını ölme sürecinin başlangıcı olarak agılar. Dehşeti daha da katlanır. Daha çok kilo verir. Halsizleşir. Fiziksel olarak rahatsızlanır. Bu rahatsızlık - aslında kendi korkularının ürünü olan rahatsızlık - onun gözünde büyücü doktorun lanetinden kaynaklanmaktadır. Korkusu artıkça dehşetinin beslediği hastalık belirtileri de artar. Ve zaman içinde bu kısırdöngünün etkileri onu ölüme sürükler. Öleceğine inandığı için ölür. Ve onun bu ölümü kabiledeki diğerlerinin lanete olan inancını pekiştirir."
Sayfa 260 - Koridor YayıncılıkKitabı okudu
Henry Post Mimar mı,Kasap mı?...
Vali ve Belediye Başkanı(yalnış yazmadım ikisi de bir arada) olan Sayın Lütfi Kırdar bu zarif mimarın tesirinde kalır. Görevde bulunduğu (1938-1949) müddetçe ona arka çıkar.İşaret ettiği her yıkımı yapar.Prost bütün dünya kentlerinin metroya yöneldiği yıllarda istanbul'u geniş otomobil yollarıyla donatmakta ısrarlıdır .Zira bu bahane ile bir minare ormanını andıran şehri budayacak ve bizans eserlerini ortaya çıkaracaktır. Nitekim Atatürk Bulvarı ile Bizans Kemerini şehrin silüetine katarken, surlara paralel seyreden yollarla Roma mirasını göze sokar.Eyüp,Ayvansaray gibi medrese, tekke cami, türbe ,kabristan yoğunluğu fazla olan bölgelerden çok rahatsızdır ancak aşikare tırpan atamaz.Prost ,şeytanın bile aklına gelemeyecek bir plan yapar. Kazlıçeşme'yi dericilerinin emrine verir, Altınboynuzu sanayi tesislerini açar .Böylece hem dünyanın en büyük foseptik çukurunu elde edecek, hem de işçi kesimini havaliye celb ederek tarihi eserleri gecekondulara ezdirecektir. Bir gün Haliç'in beton karası binalarla kuşatılacağını,suyunun kirleneceğini ve havanın çoraptan beter kokacağını adı gibi bilir. İnanabiliyor musunuz bir ihtiyar adam bütün bunları başarır.Yetmez Aynalıkavak Kasrı'ndan Okmeydanı 'a kadar uzanan alanı( Fatih'in ordusu namaz kıldığı için İstanbullular o toprakları mescit kabul eder, hayvan bile otlatmazlar) yeryüzünün en çirkin yapılaşmasına açar. O güzelim menzil taşlarını hırslıların ve hırsızların önüne atar.
Sayfa 241Kitabı okudu
Reklam
Yüreğim nasır bağlamıştı..
“Dürüst olduğumu sanıyordum ama aslında düpedüz kaba ve acımasızdım. Onun bir orkide gibi eşsiz ve zarif duyarlılığını, keskin, soğuk bir orakla biçiyordum. Sevilmeye her şeyden çok gereksinimim varken, bana karşılık istenmeden sunulan bu umulmadık sevgiyi reddediyordum. Ele geçirdiğim her şey için savaşmış, yıpranmış, didinmiştim; hayatın bu sürpriz armağanının değerini bilemeyecek denli katılaşmıştım.”
Benimle mi evleneceksin? Ama bu pek saçma bir şey yavrucuğum. Niçin? Biz birbirimizle, kilisenin ve medeni kanunun emrettiği şekilde evleneceğiz de ne olacak sanki? İlmihal kitaplarında bize öğretmiyorlar mı; evlilik denen şey, insanlar evlensinler, Tanrı'nın rızasını alsınlar, Tanrı'ya evlat yetiştirsinler diye kondu. İkimiz evlenelim ha? Ne de güzel bir çift olurduk hani! Tanrı ne de hoşnut olurdu yok mu! Ah, benim küçük sevgilim... (Bu sözleri söylerken bir iğ gibi ince o sağ elinin o gayet narin, zarif parmaklarını Don Juan'ın burnu üstünde gezdiriyordu.) Ne senin ne de benim üzerime hiç kimse, takdis dilekleriyle Tanrı inayetini indiremeyecektir. Tanrı'ya evlat yetiştirmek... Tanrı'ya evlat yetiştirmek!
Sayfa 72
1980'lerin sonlarında İstanbul'u sık sık ziyaret etmeye başladım. Daha doğrusu, Müslüman Birleşmiş Milletleri işlevi gören İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) tarafından 1982 yılında kurulan Uluslararası İslam Tarih, Sanat ve Kültürü Araştırma Merkezi'ne (IRCICA) geliyordum. Davet sahibi IRCICA Genel Direktörü Ekmeleddin İhsanoğlu idi. Zarif, iyi giyimli ve uluslararası diplomat tipinde bir adam olan İhsanoğlu, IRCICA karargahını tarihi Yıldız Sarayı kompleksinde kurmuş ve mekanı büyük bir sevgi ve titizlikle yenilemişti.
Sayfa 270 - Mahya YayıncılıkKitabı okuyor
İnce ve zarif dalları göğe uzanmış bir kutlu ağacın altında oturup bir bardak su içerken yanıma gelen adama dedim ki ey adam sen biliyor musun ki bizim böyle ağlamaklı oluşumuz ve kırgın ve dalından kopmuş bir yaprak gibi sahipsiz ve böyle öfkeli sert savaşçı ama adamakıllı kederli ve biliyor musun ki bizim böyle gözü yaşlı bağrı başlı ağlamaklı hüzünlü ve efkarlı oluşumuz nedendir?
Sayfa 266Kitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.