İlahi adalet
"Sirer (Reşat Şemsettin Sirer), Tonguç'a söylediği "Senin çoluk çocuğunla birlikte belini kıracağım" sözünü gerçekleştirebilmek için elinden geleni ardına koymamıştır. Ama Sivas'ta bir seçim gecesinde geçirdiği trafik kazasında beli kırılarak ölen, Tonç'un bu haberi alınca kullandığı deyim 'zavallı resat' oldu"
Sayfa 184Kitabı okudu
Ölüm hâlinde olan bu zavallı yaralılar şuurlarının altında ailelerini ve yurtlarını kurtarmak için döktükleri kanın beyhude olduğunu hissediyorlardı. Allahım, bu ne zaman bitecekti? Yatağının içinde, oturup durmadan küfür eden Nâzım’ın genç zabiti bana biraz kuvvet verdi. Yalnız sol eli kımıldamakla beraber, hayatta kalmış olduğu için özür dileyecek vaziyette değildi. En çok sevdiği kumandanı Nâzım ölmüştü. Kafası, şimdi de neferleriyle meşguldü. Hastahanenin, emir erini içeriye sokmamasına durmadan isyan edip söyleniyordu. Bana: — Pencereden bak, herif orada sokakta ne yapıyor, diye sordu. Ben kendisine lâzım olan şeyleri getirteceğimi söylediğim zaman, bir şey istemedi. Ne hastahane, ne hastabakıcı istiyordu. Yalnız emir erini istiyor, vahşî bir şekilde ölüme giden kumandanına da küfür ediyordu.
Reklam
Aralık ayında, başıbozuk kuvvetlerin durumu daha da karıştı. Birçokları yeni orduya geçti; fakat Ethem’in etrafında hâlâ kuvvetli bir kısım bulunuyordu. Miralay Arif, Anadolu İhtilâli hakkındaki hatıralarında bundan epeyce bahseder. Yazdığına göre, Ethem’in üç bin kişilik kuvveti, ayrıca yüz makineli tüfeği ve dört topu varmış. Onların fikir
İzzet Paşa, misyonu ile birlikte vadideki küçük evimde beni ziyarete geldi. bana karşı uyanan merhameti: — Zavallı Hanımefendi, ah zavallı Hanımefendi, diye izhar ettiler. (...) Seslerindeki acıma bana biraz fena geldi, çünkü, benim Anadolu’ya gelişim ve bu harekete katılışım, mukaddes bir gaye için ateşte yanmaya razı olanların zihniyetine uyuyordu. Benim için, içinde bulunduğumuz tehlikeler ve çektiğimiz zahmetler acınacak değil, şeref verecek bir vaziyetti. Fakat samimiyetlerine inandığım için hislerimi belli etmeden: — Lütfen bana acımayınız, bu hayatı kendim seçtim, dedim. İstanbul’dan bana bisküviler, çikolatalar, kolonyalar ve beyabana166 çekilmiş olan medenî bir kadına verilecek şeyler getirmişlerdi.
Zavallı Türk kadını için ev içinde bedenini hareket ettirmeye iki büyük vesile vardır. Ya ortalık süpürmek adına hasır süpürgeyi alıp iki kat olarak evin bütün mikroplu tozlarını yutmak… Yahut çamaşır adına leğen başında akşama kadar büyüm ailenin kirlilerinin sıcak su içinde saldığı zehirli buharları teneffüs etmek… İşte bizim en büyük egzersizimiz,sporumuz bundan ibarettir.
62 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 22 hours
Her aşk vazgeçilmez değildir.
2. Dünya Savaşı yıllarından önce musmutlu yuvaların, gülen yüzlerin, eski Türk dizilerindeki fakir ama mutlu, gururlu insan profillerinin olduğu kıymetli bir hikâye... Ama bu yuvaların nasıl alt üst olduğu, Kırgız halkının ne kadar zorluklar çektiği adeta bir ders kitabı gibi Aytmatov tarafından yıllarca yazıldı, yüz binler okudu. Hâlâ da okunmaya
Yüz Yüze
Yüz YüzeCengiz Aytmatov · Elips Kitap · 20123,753 okunma
Reklam
Refet, başıbozukların imhasına taraftardı. Kendisine Miralay İzzeddin (sonra Paşa) ve Miralay Arif de taraftardılar. Miralay Kâzım Köprülü bir delegasyon başında olmak üzere Ethem’le konuşmak için gönderildi. Bütün bu karışık durum esnasında İstanbul Hükûmeti de Ankara ile anlaşmak için teşebbüse geçti. Bu, Tevfik Paşa’nın ikinci kabinesi
112 syf.
·
Not rated
Bir kuşun ötüşüyle bir çocuğun ruhu arasında münasebet vardır.
Kelime anlamı macera ve serüven olan, Türk edebiyatının ilk gerçekçi romanlarından birisi olma özelliğini taşıyan Sergüzeşt, bir aşk trajedisi üzerinden kölelik ve tutsaklığı konu alıyor. Dönemin toplumsal yapısının ve eşitsizliğinin ustalıkla kaleme alınması yaşanan zorlukları gözler önüne seriyor. Kitap esaretin ve tutsaklığın yok edici
Sergüzeşt
SergüzeştSamipaşazade Sezai · İş Bankası Kültür Yayınları · 201945.8k okunma
Mustafa Kemal Paşa, lâmbasının ışığı altında kâğıtları karıştırır. Miralay İsmet Bey mütemadiyen dolaşır. Cami Bey dizinde kâğıtlarla konuşmak fırsatını beklerdi. İç işlerinde meseleler gittikçe çoğalıyordu. Her yarım saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar getirirdi. Bunların arasında şöyleleri vardı: “Ben Hilâfet Ordusu’nun yaklaştığını görüyorum. Halkın onlara iltihakından endişe ediyorum. Onlar girip telgraf tellerini kesmeden evvel emirlerinizi bekliyorum.” Bunlardan biri okunduktan sonra, Hayati Bey askerî selâm vererek: — Teller kesilmiştir, dedi. İşte, ihtilâlin manzaralarından biri. Diğer bir telgraf: “Ben kasabanın dışında muhabere merkezi tesis ettim. Kaymakam, Hilâfetçiler ile anlaşmak üzeredir. O, bir vatan hainidir.” Her gece, etrafımızdaki merkezler ve kasabalardan böyle telgraflar alırdık. Bu ihtilâl günlerinde zavallı ve fakir telgrafçıların cesaret ve vatanseverliklerini, yaptıkları hizmeti takdir etmemek imkân dışındadır. Bu durum, her gece şafak sökünceye kadar devam eder, hepimiz yorgunluktan bitkin bir hâle gelirdik. Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazen de ümitsiz olduğunu görmüş değildim. Umumiyetle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde aşağıya inerdik. Fakat, rahat uyumak da pek mümkün olmazdı. Çünkü, Hilâfet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. Bu günlerde, bu vatan hainleri Bolu hastahanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastahanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi.
Türk kozmogonisini Altay Türklerinde görüyoruz. Bunlara göre, hiçbir şey yokken, yalnız iki mevcut vardı : Kara Han ile Su. Kara Han'dan başka gören, Su’dan başka görünen yoktu. Su, ezelden beri dalgalanan bîr kaos mesabesinde idi; bir ummân, bir sevâd idi. Kara Han, bir ilm-i ezelî, bir kenz-i mahfî hükmünde idi. Kara Han, nihayet
Reklam
Öksüz Kız
Bir kış günü, öksüz bir kız, su almağa gidiyordu. Vücudu yarı çıplaktı. Üryan ayakları kardan şişmişti. Karnı açtı, kulakları soğuktan donmuştu. Gözleri yaşlı idi. Elinde, demir bir bakraç vardı. Çeşmeye gidiyordu. Birdenbire bir kasırga koptu. Ay, yukarıdaki köşkünden, bu zavallı kıza bakıyordu. Dedi ki: «Mutlaka üvey anası bu kıza zulmediyor. Kıza acıdı Kız o sırada, bir çalının içinde yürüyordu. Ay çalıya emretti; «Kızı al, gel!» dedi. Derhal çalı, bir at oldu. Bir yandan gök alçaldı, bir yandan çalı yükseldi. Kız, bakracıyle beraber, göğe geldi. Şimdi, Ay'ın halden hale geçmesi, hep Öksüz Kız'ın ge­çirdiği serencamlara tâbidir. İlk gece Ay, gümüş bir yay gibidir. Kız büyüdükçe, Ay da büyür. Fakat bazan kız otağa girer, halı dokumaya başlar. O zaman Ay, sevgilisini göremediğinden hasretle yüzü hilâle döner. Bazan kızın keyfi boşarak, bakracıyle beraber göle koşar. O zaman ayın yüzü, bedirlenir. Bundan başka gökte bir Beyaz Ayı vardır ki Öksüz Kız’ı sevdiği için, Ay’ı tutup boğmak ister. Fakat ona gücü yetmez. Yirmi beş gün, Ay galiptir. Yalnız üç gün Ayı galebe çalar. İşte bu zamandadır ki, Ay görünmez.
Bizim sınıfta bir düzine Şamlı ve Bağdatlı vardı. Yazık ki bunların arasında araplık cereyanları ve Türk düşmanlığı apaçık görülüyordu. Biraz arapça anladığım için aralarındaki bu kabil konuşmaları anlıyor ve çok müteessir oluyordum. Zavallı Türk, her vatandaş bizim mahvımızı istiyor diyerek ben de gün geçtikçe Türk'ten başkasına düşman oluyordum.
432 syf.
10/10 puan verdi
OKUYUN, OKUTUN!!!
Gözyaşı Mührü. Mükemmel bir keşifle sizlerleyim. Yine çok güzel bir fantastik kitap bulduğum için çok mutluyum. Ve bu kitabın yazarı bir Türk. Bunun mutluluğunu cidden anlatamam. Olay örgüsü ince ince işlenmiş, maceralarımız asla bitmiyor. 430 sayfayı soluksuz okudum desem yeridir. Hikayemiz bir dağın derinliklerinde bulunan Yeraltı Şehri’nde
Gözyaşı Mührü
Gözyaşı MührüAhmet Tokdemir · Duvar Yayınları · 20232 okunma
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.