Sırf kocası çalışan kadın seviyor diye işe girip çalışmaya başlayan kız tanıyorum ben. Zift gibi esmerken adam istiyor diye sarışın olanlar, kocasının adını orasına burasına dövme yaptıranlar...
Kediler raflara düşüyor baba Kabr üşüyor, damar paslı, koma lütufkâr Ki tedbir dahi kemik ve mutlaka kar Yağıyor, kitleniyor bana bir terzi. Seviyorum çölde çana gerek yok, mersi. Zift çözülmüş baba derim sıyrılıyor bu taşra Çok aşık bir polis geçse, vakit daralsa Ağlamayın kediler Zina Sîna Si.
Reklam
Ne yat limanı vardı o zamanlar, ne restoranlar, ne de bu geniş cadde… Ama o zaman da deniz çamur rengindeydi. Kumsalın yerini çoktan zift ve moloz yığını almıştı. Kötü koku dayanılmazdı. Şehrin göbeğindeki muhteşem koy göz göre göre ölüme terk edilmişti. Ama gün batımları hâlâ inanılmayacak kadar güzeldi. Gökyüzü önce kızıla çalıp sonra
Başarı eski dünyanın insanlarını öfkelendirir Yıllar önce bir Amerika seyahatinin sonunda her zaman olduğu gibi yine New York’un Kennedy Havalimanı’ndan uçağa binmiş, İstanbul’a dönüyordum. Uçaktaki koltuk komşum yaşlı, iyi giyimli bir adamdı. Uçak belirli yüksekliğe ulaştıktan ve kemerlerimizi çözebileceğimiz duyurusu yapıldıktan sonra, hostesler
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccâdemin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Karanlıklardayım, hayat kör bir kuyuya benziyor, sonu olmayan kör bir kuyuya. Yuvarlanıyorum. Sen, tutunduğum dal. Sen, dinlendiğim vaha. Sen, kaybettiğim ışık. Ve bu akşam sesini duymayacağım. Bu akşam yine bitip tükenmeyen karanlıklardayım. Zift gibi, beddua gibi, ümitsizlik gibi.
Reklam
Geçen her gün, kıldan ince ve kılıçtan keskin bir hesap gününe doğru akıyordu; gelecek o gün, terazisi şaşmayan bir gündü ve hemcinsinin boynuzundan burada korkan bir koyun bile orada boynuzlusundan hakkını alacaktı. Böylesine muhkem bir mahkeme-i kübra, bu kadar hassas bir ma'dele-i ulya varsa -ki vardı- kimin kimde hakkı kalabilirdi ki! Öyleyse Ebu Cehillerin üç günlük havasına aldanmamak gerekiyordu! Ebu Leheb'in izzetli duruşuna, Ümmü Cemil'in tepeden bakışına takılmaya da gerek yoktu; adalet-i ilahiyenin tam tecelli edeceği günün akabinde gidecekleri yer şimdiden belliydi! Bir kısım yüzlerin zift karası kesileceği gün dolunay misali ağarmak varken Nemrutluğun ne alemi vardı! Hem, yarınlarda ebedi "müflis" damgasını yedikten sonra bugün Karun olsan ne yazar! Uyusa da Utbeler, uyumayan bir Deyyan var! Bugün bir nebze canı yansa da Ammar'ın, rahmetiyle başını okşayan bir Rahman var! Mizan var! Sırat var! Hesap var! Kitap var!
Hased ile alçaklık, ikiz kardeş gibi duruyordu! Her şeyi açıkça gören gözler, Allah'ın dikkat çektiği noktaya odaklanmış, O'ndan başkasına dilbeste olmayan diller de yakarışa geçmişti: -Hased ettiğin zaman hasidin şerrinden sana sığınırız, Allah'ım! Hem, insanlık köle pazarına ilk defa arz edilmiyordu ki! Yusuf'u bile Mısır pazarına götürüp üç kuruşa satmışlardı! İnsan bu,yapıyordu ! Ortada hak ve hukukun olmadığı yerde teveccüh edilecek tek kapı, O'ndan(sav)başkası değildi. Hem, mahkeme kurulsa, deliller ortaya serd edilse ve hakim de hükmünü verse bile takan mı vardı? Bak, suç üstü yakalanan Zeliha, bir anda renk değiştirmiş ve atf-ı cürümle dünyanın en masum insanına zift atmıştı! Evet, o gün de hakim vardı; hem delil de açıktı ve verilen hüküm de Zeliha'nın haksızlığını ilan istikametindeydi; ancak sırtını saraya dayamış soytarı bunu takmıyorsa elden ne gelirdi? Yusuf'un çığlığını duyan mı vardı? Üstelik, şirretlikte daha da ileri gidiyor, haklılığını ispat adına tehditler savuruyordu: -Ya dediğimi yaparsın, ya da zindanda ömür çürütürsün! Yusuflara düşen belliydi: -Senin dediğine "Evet" demektense, benim için zindan daha hayırlıdır!
Sayfa 132Kitabı okudu
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.