Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Nereden başlayayım, nerede bitireyim bilmem; böyle dile söze gelmez şeyleri insan kulağıyla değil, yüreğiyle duyabilir ancak.
Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette,.ama mesele sadece mutluluk değildi.Önemli olan yaşadığını,hayatın bir anlamı,.bir değeri olduğunu hissetmekti.elinde çiçekler tutan Beyaz Gelinlik giymiş bir kızın mutluluğu gibi bir şey değildi bu. Daha derin bir varoluş sorunuydu. Dünyaya gelmiş olmanın bir anlamı var mı, bu yaşta gezegene ya da üstünde yaşayan insanları küçücük bir katkım oluyor mu gibi tuhaf soruların cevabıydı.
Reklam
Mevlana geldi aklıma, hatırladığım kadarıyla şöyle diyordu: Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız.
Her insanın içinde iyi ve kötü, yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir.
Demek ki bazı acıları ölüm bile unutturamıyor, bazı davranışlar ölümden sonra bile bağışlanmıyor.
"Her yolculuk bir kader birliğidir," diye düşünüyorum, "ama insanlar bunu bilmiyor."
Reklam
Rüyada söylediği son sözler ona aitti gerçekten. Çünkü hayattayken de sık sık söylerdi bunu: "Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!"
"Benim tezim, bütün halkların, bütün kültürlerin birbiri hakkında önyargılara sahip olduğudur. Eğer bir gün bu önyargı kelimeleri, yani Avrupa dillerindeki barbar, Japon dilindeki gaijin, Müslümanlardaki kâfir, Almanlardaki Ari olmayan gibi önyargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz, bence tam olarak şudur: insanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı." Salon profesörü alkışlamaya başladı. Güzel sözlerin insanlar üzerindeki etkisi büyük oluyordu ama bu düşünceleri salonun dışına taşımıyorlardı. Her türlü ayrımcılığı yapan insanlar, konferansta bu güzel sözleri alkışlamakta sakınca görmüyorlardı. Biraz sonra olağan hayatlarına geri döndüklerinde, gene "insana insan olarak bakmayacaklar", her türlü ayrımcılık ve nefreti körükleyeceklerdi. Neden böyle davrandıklarını açıklamak için sık sık "ama" diyeceklerdi. "Doğru ama" diye söze başlayıp, lafta savundukları ilkelere aykırı bütün davranışlarına mazeretler uyduracaklardı.
Fyodor Dostoyevski, insanın ancak acı çekerek olgunlaşacağını söyler. Bu açıdan bakınca İstanbul'un benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Çünkü ben bu şehirde olgunlaştım."
"Bizans, Osmanlı, saraylar, camiler... Masal gibi. Nasıl desem. Baharatlı bir şehir." "Ama bu, turistlerin gördüğü istanbul, profesör" diye uyardım. "Benim İstanbul'umsa bambaşka. Bu güzellikleri görmeye vaktim olmuyor." "Unutmayın, ben de bu şehirde turist değildim, iki yıl çalıştım." "Ama o zaman farklıydı. Hayat daha kolaydı." Dışarıyı seyretmeyi bırakıp, başını bana çevirdi. Acı acı gülümsedi. "Her çağın kendi zorlukları var ama hiçbiri savaş yıllarıyla karşılaştırılamaz. Umarım hiç savaş görmezsiniz." "inşallah!"
Reklam
Camdan dışarıya bakmaya devam ederek, dalgın bir sesle konuştu: "İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer." Bu sözün altında derin bir acı olduğunu hissettim. Ama herhangi bir şey söylemedim. Çünkü etrafını seyrederken, sanki benimle değil de kendi kendine konuşur gibi söylemişti. Kısa bir sessizlikten sonra, sözüne devam etti: "Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin."
Şehirler değişir, semtler insanlar değişir. Bunu anlayacak kadar çok şey gördüm hayatta.
Vıcık vıcık yüzeysellik yayan şu "kişisel gelişim" kitaplarının bağırıp durduğu "İstersen yaparsın!" sözü tam bir kandırmacaydı. İnsan ancak yapabileceğini isterdi, "istemek" kavramı, "dilemek"ten ve "hayallere dalmak"tan farklı bir şeydi. Bedelini göze almakla, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi.
Dünyaya sadece, şimdi bu işten nasıl bir çıkar sağlarım diye bakıyordu. Zeki değildi ama benzerlerinin çoğu gibi kurnazdı. Galiba zekâ ile kurnazlık ters orantılı. Biri azalırsa öbürü artıyor.
Schopenhauer'in dediği gibi:
Doğa onları türün devam etmesi için kandırmaya uğraşıyor. Aşk denilen şey, çocuk yapmakla sonuçlanması gereken bir kandırmaca mı gerçekten?
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.