Bak hayatımda ne eksik kaldı, dersen... Bir enstrüman çalmayı öğrenmemiş olmak. Ama böyle bilinçaltı düzeyde çalmaktan bahsediyorum, kâğıda filan bakmadan. Bak bir de dudağımda sigara varken ciddi bir iş yapmak...
İçtiğim zamanlarda, çalışmaya ara verdiğimde yaktım hep... Bak babam öyle değildi. O evde hiç sigara içmezdi. Ama tezgâhın başındayken, birini söndürmeden ötekini yakardı. Bazen dumanı çekmezdi bile içine, sanki bir aksesuardı sigarası, dudağındaki...
Konuşurken de almazdı eline, külünü dökmek için de. Kendiliğinden düşerdi yere, yerdeki metal tozuna karışırdı. Renkleri aynı ya, neyin toz, neyin kül olduğu anlaşılmazdı. Bir zaman sonra kokuları da karışırdı birbirine. Bak ben hala karıştırırım kül kokusunu yanık metalinkiyle.
Kapatırken tezgâhını okşardı biliyor musun, konuşurdu bile bazen. Ama ne yapmazdı biliyor musun, çizimlere bakmazdı hiç. Şöyle bir alırdı kâğıdı eline, birkaç on saniyede kavrardı ne yapılacağını, sonra da katlayıp bir köşeye koyardı...
Açmadan önce tezgâhını, gözlerini kapar, koklardı biliyor musun. Birkaç dakika hiçbir şey yapmadan otururdu öyle. Konuşmazdı da kimseyle. Gerçi normalde de konuşmazdı ya... Ne zaman ki sigarasını yakar, koyardı dudağına, o zaman bilirdik ki başlayacak işe, her zamanki ciddiyetle.”